Ekmeleddin İhsanoğlu, Hangi Taraf İle Dalga Geçiyor?
Bir kekeme, aspirin almak için bir eczaneye girmiş. Eczacı, o sırada bir müşteri ile ilgileniyormuş. Müşteriyi iy günler dileyerek güzelce uğurlayınca bizimkine dönmüş. Kekeme, “ Be be ben, as as aspirin is is istiyorum.” demiş. Eczacı “ He he hemem ve ve vereyim. “ deyince “Se sen be be benimle da da dalga mı geçiyorsun?” diye kızmış. Eczacı ise “ Ne ne ne münasebet! Be be ben as asıl de demin ki ile da da dalga ge ge geçtim. “ demiş.
Fıkrayı anlatmamın sebebi, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun hali. Müşteriye şirin görünmeye çalışan eczacıya benzedi iyice.
İki sene önce, Ekmeleddin İhsanoğlu, 360 Derece'de Şirin Payzın'ın konuğu.
Konu, İslam dinine iftira ile mücadelede BM'in aldığı karar. Ekmeleddin İhsanoğlu, bu konuda yaptıkları çalışmaları anlatıyor. Amaçlarının , dinlerin tahkir ve tezyif edilmesine engel olmak olduğunu ifade ediyor. Buraya kadar iyi. Ama, Şirin Payzın uslu durmuyor ve güya usta bir manevra ile şöyle bir soru soruyor:
- İslam dinine karşı yapılan eylemlerin bu şekilde BM çatısı altında en azından güvence altına alınması çok önemli. Fakat enteresan biçimde Türkiye'ye baktığımızda da bunun tam tersi bir süreç yaşıyoruz. Örneğin; dün toprağa verdiğimiz Meral Okay'a yönelik "O kadın öldü. Fırına mı atalım mezara mı? Fazıl say gibi dünyaca ünlü bir piyaniste "Bütün Müsmanlar parmaklarının kırılması için dua etsinler." Bu ve benzeri örnekler Türkiye'de de giderek artmakta bir tarafdan Müslümanlara yönelik saldırıların dünyada engellenmesine çalışıyoruz. Türkiye’de ise tam tersi İslam adı altında giderek artan bir nefret söylemiyle karşı karşıyayız. Bunu nasıl görüyorsunuz? Bu çelişki nerden ortaya çıkıyor?
Böyle bir soru karşısında, İslami hassasiyetleri olan bir ilim adamının, ”Ne münasebet! Süreç tam tersi değil; aynı aslında. Bu sanatçılar halkın değerlerini hafife aldıkları, hakaret ettikleri için bunlar oluyor. Müslüman bir ülkede Müslümanları tahkir ve tezyif etmek, asıl nefret söylemidir. Meral Okay’a gelince, yakılmayı kendisi vasiyet etti. Yani, kimse onu yakmak istemedi.” demesini beklersiniz değil mi? Ne gezer…
İhsanoğlu’nun cevabı şöyle:
-Bu çelişkiler marjinal gruplardan çıkıyor. Ben bu hadiselerden fazla haberdar değilim(Yurt dışında olduğunu ima ediyor) ama, ben eminim ki format aynıdır. Radikal gruplar, kendi seslerini duyurmak için aşırı radikal tavır alıyorlar ve kamuoyunu tahrik edecek fikirler beyan ediyorlar.
Anlaşıldı. İhsanoğlu başı sıkışınca “Ben yurt dışındaydım. Haberdar değilim.” diye durumu kurtaracak.
Başka bir tv programı ve başka bir konu. Darülfünun. İhsanoğlu, bir bilim tarihçisi olarak Darülfünun’u gayet güzel anlatıyor. Sunucu, 1933’de, resmi dile ve tarih tezine karşı çıkan Darülfünun’un başına gelenleri soruyor.
İhsanoğlu, Darülfünun’un daha evvel de reform ve ıslahata tabi tutulduğunu söyleyerek, hocalarının İstiklal Harbi’ne ve Cumhuriyet’e nasıl destek verdiklerini anlatıyor. İdeolojik sebepler ile yapılan kıyımı da kabul ediyor ve esef ediyor.
Sunucu, çok ama çok mühim bir soruya geçiyor. Darülfünun hocaları, Almanya’dan kaçan Yahudi hocalara yer açmak için mi harcandı?
“Katiyetle doğru değil.” diyor İhsanoğlu. Cumhuriyet’den önce de Alman hocaların Darülfünun’da ders verdiğini ve Yahudi hocaların reformdan daha sonra antisemitizm hareketleri başlayınca geldiğini söylüyor.
Bu durumda Darülfünun reformunu nasıl okuyacağız? 1932’de Türkiye’ye gelerek Darülfünun hakkında rapor yazan İsviçreli pedagog ve siyasetçi Albert Malche, bir yıl sonra tekrar gelerek Yahudi bilim adamlarının gelişine aracılık etmedi. Yahudi bilim adamları çok iyi ücret ve imkanlar ile Darülfünun hocalarının yerlerine yerleşmediler. Niye? İhsanoğlu, öyle dedi.
Bir bilim tarihçisinin zaman mefhumunun zayıf veya yanlış olması kabul edilemez. Yahudi bilim adamlarının reformdan ne kadar sonra antisemitizm hareketleri başlayınca Türkiye geldiklerine bir bakalım.
5 Temmuz 1933 günü yani Darülfünun hocalarının kapıya konmasından 25 gün önce, NdWA Başkanı Musevi bilim adamı Prof. Philipp Schwartz, Prof. Albert Malche ve Prof. Rudolf Nissen ile beraber İstanbul’a gelerek Maarif Vekili Dr. Reşit Galip ile görüşür ve mülteci akademisyenlerin İstanbul Üniversitesi reformuna muhtemel katkıları konusunda kendisine ayrıntılı izahat verir. Zaten, Malche ile Schwartz İsviçre’de konuyu kendi aralarında çoktan halletmiş durumdadırlar. Musevi hocalar, aynı yılın Ekim ayında son derece yüksek maaş ve imkanlar ile işe başlarlar.
İhsanoğlu’nun, daha sonra dediği zaman aralığı beş gün. Hadi işe başlamalarını esas alalım, iki ay. Fakat, İhsanoğlu’nun ekranda öyle bir anlatışı var ki sanki aradan yıllar geçmiş.
Bana göre, İhsanoğlu, oy almak uğruna her iki tarafla da dalgasını geçiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.