Devlet Buraya Ayak Basamaz!
Londra merkezli dünyanın en etkili uluslararası ilişkiler ve ekonomi dergilerinden olan The Economist, geçtiğimiz günlerde, BOP mahsulü Çözüm Süreci’nin geldiği ve ülkeyi sürüklediği noktayı çok iyi özetlen bir habere imza attı. Bu haber, Çözüm Süreci’nin olumsuzluklarını toplumdan saklamak adına, süreçle birlikte eşzamanlı yürütülen “kurbağa haşlaması” stratejisini başarıyla hayata geçiren siyasi ve bürokratik kapasitenin hoşuna gitmese de, “fikri ve vicdanı hür” tüm insanları yakından ilgilendiriyor ve sarsıyor!
Çözüm Süreci’nin ülkeyi ne hale getirdiğini gösteren ve siyasi iktidarın hâkimiyeti altındaki medyanın almaza yattığı The Economist’te yar alan haberin detayı şöyle:
The Economist, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yakın bir müttefik olarak gördüğü Irak Kürt bölgesinin Kerkük'ü ele geçirildiği bu günlerde olan bitenlerin Türkiye Kürtlerini nasıl heyecanlandırdığını görmek üzere, Diyarbakır’ın Lice ilçesinin Yalaza Köyü ve civarlarına geliyor... Buradaki izlenimlerini anlatmaya başlayan dergi, “Özgür Kürdistan’ın tohumları ekiliyor” cümlesiyle habere giriş yapıyor! Lice-Diyarbakır karayolu üzerinde bir askeri kontrol noktasından bir kilometreden daha az mesafe uzaklıkta bu bölgede PKK bayrağının dalgalandığını ve Lice'de karakol inşaatlarının durdurulmasında bu köyün TC’ye nasıl direndiğini anlatıyor! Akabinde Türkiye'de ilk kez Kürtçe dilinde eğitim verecek okulun yakında Yalaza'da açılacağı haberini veriyor.
Ayrıca Dergi, Serdar Çelik isimli bir PKK üyesi ve Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Gültan Kışanak’la yapılan röportaja yer veriyor. PKK’lı yönetici Türkiye Kürtleri kendi gelecekleri hakkında kendileri karar vereceğini ifade edip “Yalaza tüm Kürdistan için bir komün modeli olacaktır. Devletin buraya ayak basamaz” diyor! Gülten Kışanak ise “ Kürtlerin yaşadığı bölgelerde bir referandum yapılması durumunda 'halkın yüzde 80'i bağımsızlık lehine oy kullanır. Türkiye hükümetinin Türkiye sınırları dışında küçük bir Kürdistan'ın kurulmasına izin vermekle büyük bir Kürdistan'ın kurulmasını engellemeyi düşündüğünü” ifade ediyor…
Ne acı!
Bir yanda, artık bağımsızlığı daha üst perdeden konuşmaya başlayan, hacmini ve etki alanı eskisinden daha fazla arttıran bir terör örgütü, öte yandan, terör örgütüyle yapılan müzakere sürecinin yukarıdaki gibi acı ve rezil sonuçlarını kamuoyundan saklayan ve büyük bir pişkinlikle olan biteni “eşkıya pişman olup pazarlıksız ve tavizsiz bir şekilde silahını bırakıp sınır ötesine çekilmiş ve bu yüzden şiddetsizlik ve barış sağlanmış” gibi yansıtan bir hükümet…
Gayet iyi hatırlıyorum…“Yeni Ortadoğu” ve “yeni Türkiye”nin kilit projesi olan BOP kaynaklı “Çözüm Süreci” projesinin önceki bürokratik taşeronlarından MİT eski müsteşarı Sönmez Köksal ile bu süreç ile alakalı bir söyleşiyi okumuştum… Söyleşinin bir bölümünde, sürecin işletilmesindeki hukuki ve idari riskler ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “egemenlik hakları”nın alabileceği hasarlar ve kamuoyu tepkisi kendisine hatırlatılıyor ve Köksal’a şöyle bir soru soruluyor: “İyi de bu Çözüm Süreci’nin meşruiyeti nasıl sağlanacak?” Sönmez Köksal şu manidar cevabı veriyor:“AK Parti'nin yüzde 50'ye yakın bir oyla iktidar olması, çözüm arayışları açısından büyük bir meşruiyet sağlıyor!”
Aslında Sönmez Köksal sadece muhabirin sorusuna cevap vermekle kalmıyor, bugün gelinen aşamada maşerî vicdan ve zihinlerde oluşan başka sorulara da cevap veriyor! Örneğin, “herhangi bir olumsuzluğun ucu kendilerine dokunduğunda; kurum kuruluş, teâmül, gelenek, yasa, yönetmelik, falan filan demeden, zücaciye dükkânına girmiş fil gibi ortalığı tarumar edip istediğini kopartan siyasi iktidar; ‘terör sorunu çözülüyor’ noktasından “Türkiye’ye bükemediği bileği işte böyle öptürürler!”aşamasına evrilen Çözüm Süreci’nin ülkemize yaşattığı bu rezillikler karşısında nasıl olurda hiçbir şey olmamış gibi davranıp hala sürece destek istiyor?” sorusunun cevabını da vermiş oluyor!
Bunun içindir ki siyasi iktidar sadece Çözüm Süreci yönetmiyor; bu sürecin tüm menfi etkilerini, seçmen algısından uzak tutabilmek için elinde bulundurduğu medya hâkimiyeti ve devlet imkânlarının kendilerine sağladığı hesapsız avantajlarla birlikte insanüstü bir gayret sarf ediyor! Bunun içindir ki sürekli sandığı kutsuyor!
Bugün Türkiye’yi yönetenler, ayrılıkçı kürtçülük yapan yerel yönetimlere otoriteyi terk etmek üzeredir!
İnanın bana, Irak’ta “konforlu ama başların her an belaya girebileceği” bir bölgede şımartıla şımartıla büyütülen Barzani’nin “devlet açlığı” ile Türkiye sınırları içerisinde, her tarvmatik dönemde piyasaya sürülen yargı ve çözüm paketleriyle her gün biraz daha legalleşen ayrılıkçı terör örgütünün “devlet açlığı” arasında hiç ama hiç fark yoktur!
İster hızla bölünmekte olan Irak’ta, Türkmen-Arap yandan çarkıyla ama Kürt patronajından taviz vermeyen bir stratejiyle Kürtlere ulus temelli bir devlet hediye edilsin; ister Türkiye’de yerel yönetimler ve yerinden yönetim masallarıyla ve son dönemde boşalmış milli kahraman kontenjanını dolduran Başbakan Erdoğan’ın “yeni Türkiye” oluşumuyla gazladığı Başkanlık sistemi sevdasının tuzu-biberi bir Kürt özerk bölgesi hediye edilsin… Kimse, bu ellere tutuşturulan yol haritalarıyla bundan böyle iyi bir gelecek ve istikrar beklemesin!
Hülasa,
Tarih değil hatalar tekerrür edermiş!
Bu kadim coğrafyada yüzyıl önce bu tuzağa düşenlerin yani bu parçalamayı idare edenlerin hizmetine girenlerin başına gelenler; bugün tüm Ortadoğu, Avrasya ve Kuzey Afrika’da bu tuzağı yönetenlerin hizmetine girenlerinde başına gelecek! Bunun bedeli sadece ihtilaflar ve hayal kırıklıkları olmayacak; niyetleri ne olursa olsun, geçmişin taşeronlarının başına gelenler bugünün taşeronlarının da başına gelecek!
Eninde sonunda bugünkülerde "böl ve yönet" düstûrunun kurbanları olacaklar! Üstüne üstlük bugün güvenlik meselelerini konuşurken, pek yakında sınır meselelerini konuşmak zorunda kalacağız…!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.