Neo selefilerle ittifak
Sosyolojide bilimsel veridir; birbirine yakın renkler birbirini iter. İdeolojik akrabalığı olan yapılanmaların birbirini itmesi gibi. Hedef kitlesi aynı olan ve aynı sosyolojik kitle üzerinde hakimiyet kurmak isteyen gruplar, çatışmamanın prensiplerini sağlam inşa etmemişlerse eğer çekişirler, yeri geldiğinde kavga da ederler.
Geçen yüzyıl sol örgütlerin bu türden kavgalarıyla doludur. Müslümanlar ise yakın tarihte bunun en acı tecrübesini Afganistan’da yaşadılar. Sovyet Rus işgaline son veren mücahitler kendi aralarında hakimiyet savaşına tutuştular. 20. yüzyılda elde edilmiş en destansı mücadeleyi heba ettiler.
Küresel ve bölgesel güçler de böl-yönet oyunlarını bu sosyolojik gerçeklik üzerine kurarlar. Birbiriyle rekabet hâlinde olan grupların küçük ihtilaflarını maslahatları gerektiriyorsa büyütür, onları bu sebeplerle çatışmaya zorlar, maslahatlarına aykırı düştüğünde ise büyük ihtilaflarını bile önemsizleştirirler. Dinler arası diyalog süreçlerinde dinler arasındaki uzlaştırılması mümkün olmayan meselelerin teville uzlaştırılması yoluna gidilmesi gibi.
Suriye’de muhalif grupların zaman zaman çatışması da yukarıda anlattığımız durumdan bağımsız düşünülemez. Bu, taraflardan birisinin zulüm yapmadığı manasına gelmez elbette. Bu, zulüm yapan tarafın zulmünü nasıl meşrulaştırdığını anlamaya yardım eder.
Irak’ta Musul şehrini ele geçiren “Sünni güçler koalisyonu” Türkiye’de herkesi şaşkına çevirdi. Zira IŞİD gibi meşrebini mutlaklaştırarak geleneksel yapıları reddeden, sufî meşrebli müslümanları tekfir eden, onların kutsal saydığı yerleri yıkan bu yapı, nasıl oldu da bu koalisyonun bir parçası olabildi?
Malum, neo selefi tekfirci üslûb mezhep taklidini dışlar, Kur’an ve Sünnet’le direkt temasa davet eder. En belirgin özelliklerinden birisi de “bidat” gördüğü “dini pratikler”e karşı sert tavırlar alır. Bu sert tavırlar söylemde olduğu gibi fırsat bulduğunda amele de yansır.
Bunun böyle olması tabiî olarak geleneksel dinî yapılarla ve bahusus sufi yapılarla neo selefi yapıları karşı karşıya getirir. Çünkü birinin tevhit dediğine diğeri şirk, birinin dinî ritüel gördüğünü diğeri bidat olarak görmektedir.
Peki, buna rağmen Irak vakasında yaşanan neo selefi tekfirci IŞİD’le geleneksel dinî cemaatlerin ve aşiretlerin eylem birliğine gitmesini nasıl açıklayacağız.
Bu olguyu açıklamak için son yirmi yıllık yakın tarih tecrübesine müracaat ettiğimizde karşımıza Taliban ve El Kaide ittifakı çıkar. Katı Hanefi Taliban hareketi ve neo selefi El Kaide’nin din tasavvurunda ve amel tarzında farklılıkların olduğunu biliyoruz. Başlangıçta birbirine hiç sempati duymayan bu iki yapı ABD tarafından eşit düşman ilan edildiğinde, ortak düşmana karşı birbirine yakınlaşmak zorunda kaldılar. İlkesel olmaktan çok pragmatik bir tavır sergilediler.
Ortak düşman karşısında bir varoluş mücadelesine girdiler. Önce söylem birliği ve zamanla eylem birliğine gittiler. Ortak düşmanın üslûp ve yöntem olarak eşit kahrına maruz kalmak onları ortak hareket etmeye, birbirini koruyup kollamaya mecbur kıldı.
Bugün bunun aynısını Irak’ta görüyoruz. Irak fiilen üçe bölünmüş durumda. Devlet Şiilerin kontrolüne verilmiş. Sünni gruplar hem ABD’nin hem de bu Şii yönetimin baskılarına ve katliamlarına maruz kalmakta. Sünniler varolabilmek için kendi aralarındaki küçük ve büyük ihtilafları bir tarafa bırakmak, en azından ertelemek zorundalar. Başka türlü varolma şansları yok.
IŞİD, Musul şehrini ele geçirmek amacıyla devrik lider Saddam Hüseyin’in yardımcısı İzzet İbrahim El Duri’nin liderliğini yaptığı söylenen Nakşibendi Ordusu ile beraber hareket etmişti. Ama IŞİD halifelik ilan edip ismini “İslâm Devleti” diye değiştirince yine yukarıda izah ettiğimiz iktidarı tekeline alma çabaları, tabiatı gereği çatışmayı başlattı.
Bu anlattıklarımız şu gerçeği önümüze kor: Elinde silah olan çağdaş Müslüman grup ve cemaatler küçük ve büyük ihtilaflarına rağmen kavga etmeden nasıl beraber yaşayacaklarının fıkhını henüz çözememiş durumdalar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.