Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Sait Faik ve Marmaray

Sait Faik ve Marmaray

Aslında bu yazıyı kaç zamandır yazmak istiyordum ama elim erip de kütüphanemde Sait Faik’in kitabını arayamıyordum. Geçenlerde Ekmeleddin bey Marmaray’a binince azmettim ve buldum kitabı; “Tüneldeki Çocuk” hikâyesini tekrar okudum.

İstanbul’a son 10 yıldır her gidişimde, metro ve tramvaylara her binişimde hep iki hikâye gelir aklıma. Biri Tarık Buğra’nın “Kuyruklu Yıldız” adlı hikâyesi; diğeri de Sait Faik’in “Tüneldeki Çocuk” hikâyesi... İki hikâye de raylı sisteme binen bir çocuk etrafında gelişir.

Şimdilik Tarık Buğra’nın hikayesini bir tarafa bırakalım ve Sait Faik’in “Tüneldeki Çocuk” hikâyesine girip Marmaray’dan çıkalım.  

Bilmeyenler için hikâyeyi hulâsa edeyim.

Karaköy-Beyoğlu arası çalışan tünele (buradaki “tünel”, vasıtanın adıdır.) binen fakir bir çocuk ve bu çocuğun Sait Faik’te bıraktığı izlenimler...

1942 şartlarında Tünele binen bir çocuğun sevinci ve şaşkınlığını anlatır Sait Faik. “büyük, koyu kahverengi, insanî denemeyecek kadar mâsum gözler; gözlerin beyazlarında da hayret.”  İşte bu çcocuk Tünel’e binmenin sevincini “O kadar belirsiz ve o kadar içten zevkli bir gülüş, dudağını, gözünü ve kaşını yalayıvererek” yaşar.

Tünel bittiğinde, çocuk, bu kadar yokuşu ve mesafeyi yorulmadan kısa zamanda çıkmanın hazzını yaşayarak çıkar Tünel’den. Bu anı ve bu hazzı şöyle anlatıyor Sait Faik: “Şimdi Tünelin dışındaydık. Evvelâ buraya nasıl, ne çabuk geldiğine hayretini ifade eden açık ağızla iki kapıyı ve akşam kalabalığında Beyoğlu’na çıkan insanları seyretti. Evet, sanki ağziyle seyretti. Sonra büyük bir hazla yürüdü.”

Hırpani kılıklı ve ayağında ayakkabısı bile olmayan bu çocuğun o gün için büyük bir teknoloji olan Tünel yolculuğunda yaşadığı sevinci Sait Faik, çocuğun yırtık pantolonunun bile Tünele oturmaktan yaşadığı mutluluğu kaydederek bitirir.

O zamanların teknolojsine göre, Tünel, kayışla çekilen bir mekanizasyona sahipmiş ve biz ülke olarak o kayışı yapamıyormuşuz. S. Faik, o çocuğun sevincini süreklileştirmenin ve yaygınlaştırmanın hayalini, bu kayışı üretmeye bağlayarak ve şöyle der: “Tünelleri insanlar için yaptık. Yokuşlardan lâhzada insinler, yokuşları ân-ı vahitte çıksınlar diye. Tünelin kayışı, Tünele ilk defa bindiği zaman sevinen ve bu sevinci bile belli etmek istemeyen bir çocuk için yapılabilecek bir şey. Eğer bugün biz Tünel kayışı yapamıyorsak, bunun en büyük sebebi; Tünele ilk binen ve sevinen çocuğu sevmememizdir.” Ve ilâve eder: “Şu insanlara hiçbirşey çok değil.”

Sait Faik, hikâyesini, Tünele ilk defa binen çocuğun akşam annesine Tünel sevincini anlatmasıyla bitirir.

Neredeeen, nereye!?...

1874’te yapılan ve uzunluğu 573 metrecik olan bir raylı taşıma sisteminden, kilometrelerce uzun olan raylı taşıma sistemleri devrine geldik. O yetmedi, kıt’alar arası raylı sistem, bir rüya gibi, bir büyü, bir sihir gibi hayatımıza girdi. Şimdi iki kıt’ayı birleştiren köprülerden sonra tüneller çağını yaşıyoruz.

Marmaray’a binmeyen inatçı keçilerin yaşadığı bir çağda, Ekmeleddin beyin binmesi, beni Sait Faik’in “Tüneldeki Çocuk” hikâyesini yazmaya sevketti. İktidar, S. Faik’in yukardaki cümlesini şöyle anlamış gibi görünüyor: Eğer bugün biz metrolar, tramvaylar, Marmaraylar, hızlı trenler, deniz üstü yolları yapamıyorsak, bunun en büyük sebebi; Tünele ilk binen ve sevinen çocuğu sevmememizdir.

Ey o gün Sait Faik’le aynı Tünele binen çocuk!... Hadi gel!... İstanbul’un her tarafı Tünel artık... Bir kıt’adan öbür kıt’aya bile Tünel var. Yalınayak da olsan, hırpani de olsan, yırtık pantolonun Marmaray’a oturmaktan dolayı sevinecek.

Hadi gel çocuk!...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Prof. Dr. Namık Açıkgöz Arşivi