İllâ Adalet, İllâ Hukukun Üstünlüğü!
Geçmişte, paramiliter-kriminal bir örgütlenme yapısı ve bir cunta hazırlığının bağlantılarını konu alan Ergenekon davasından tutun, aynı dava konularına sahip sonraki zincirleme davaların hukukun üstünlüğü anlayışı içerisinde hiçbir hususi kaygıya kapılmadan sürdürülmesini destekleyen birçok yazı yazdım… Bizim mahallede yazan çoğunluktan farklı olarak, bu tip davaların kin ve intikam fırsatıyla yürütülmemesi gerektiğini, kime ve nereye kadar dokunuyor ve uzanıyorsa oraya kadar gidilmesi gerektiğini, lakin konumuna bakılmaksızın herkese “bağımsız hukuk”un dokunması gerektiğini önemle ve sıkça vurgulamıştım… Bu çerçevede “geç gelen adalet, adalet değildir” başlığı altında şiddetli tenkit yazıları yazmış, teker teker örnekleriyle, uzun tutukluluk günlerinden tutun mahkûm ve ailelerine reva görülenler ile itibarsızlaştırmaya yönelik muameleler gibi dava konusu haricindeki işlemleri şiddetle eleştirmiştim. İşte o vakitler, “hiç kimseye siyasallaşmış hukuk dokunmamalıdır” derken, birinin yüzeyden ötekinin derinden yürüttükleri bu hukuk süreçlerinin tarafları olan AKP ve Cemaat tarafından Ergenekoncu ve ulusalcı olmakla itham edilip hakaretlere maruz kalmış; yazdığım köşenin sahibi muhafazakar medya yöneticilerine “bu adam nasıl yazılıyor?” şeklinde şikayet edilmiştim..!
Gel zaman git zaman bu ülkede, 17 Aralık ve 25 Aralık gibi yolsuzluk ve rüşvet suçlamalarına konu olan travmatik olaylar yaşandı. 17 ve 25 Aralık’ta iddialara konu olan suçlamaların muhatabı CHP veya bir başka siyasi parti olsaydı dünyayı ayağa kaldıracaklarından emin olduğum AKP, maalesef ‘olağanüstü şartlar’ ve ‘karanlık odakların tasallutu’ bahanesiyle şahsi ve umumi birçok kirliliği tolere etme yolunu tercih edip, on bir yıldır bizzat yönettiği bu ülkede, kendi elleriyle kurduğu ve birçok ses getiren tartışmalı davalarda arkasında durduğu yargı mekanizmalarıyla güven bunalımı yaşamaya başladı. ‘Demokratik Hukuk Devleti’, ‘Kuvvetler Ayrılığı İlkesi’ ve ‘Yargı Bağımsızlığı’nı zedeleyecek bir yol haritası izleyerek, tüm denetim mekanizmaları karşısında kendisini tahkim etti!
Zaman su gibi aktı. Sırası geldi ve Cemaat-AKP ittifakı dağıldı. İttifakın AKP kanadı gelinen aşamada, bir zamanlar Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda “ben bu davaların savcıyım” diyecek derecede müdahil olmanın kendisine nelere mal olduğuna bakmadan, 17 ve 25 Aralık süreçlerinin müsebbipleri olarak gördüğü polisler hakkında “yasadışı dinleme” ve “casusluk” suçlamalarıyla başlatılan davasının da gönüllü “savcılığını” üstlendi. Yürütmenin başı olan Başbakanın “bu daha başlangıç” ve “ bu dava farklı alanlara da genişleyebilir” diyerek sanki bu yargı sürecinin “koordinatör”üymüş izlenimini vererek, bağımsız olması gereken yargıyla kendisi arasındaki olması gereken zorunlu mesafeyi ortadan kaldırdı. Bu işlerin sonunda sonuç alınmasa bile “burunları sürtsün” anlayışıyla geçmişte yapılan hatalar tekrarlanmaya başlandı!
Nasıl dün “hak” ve “hukuk” adına yürüttükleri süreçlerdeki aymazlıkları ve kural tanımazlıklarından ötürü tenkite ettiğim cemaatçileri, bugün rövanş duygusuyla yürütülen bir yargılama sürecinde yaşadıkları mağduriyetlerden ve haksızlıklardan ötürü desteklemek zorunda kaldıysam; bugün suyun başını tutanların, yarın bir gün, ‘eden bulur’ ilkesi mucibince yaşattıklarını bir bir yaşamaya başladıklarında, kendilerine yaşatacakları mağduriyetleri insani ve İslami ilkeler gereği kınayacağımdan ve “adalet” adına destek yazıları yazacağımdan oldukça eminim!
Çünkü biliyorum ki, “Allah; iktidarları, servetleri, güç ve otoriteyi bir sınav aracı olarak, insanlar kurumlar ve ülkeler arasında evirip çevirir” ilahi ilkesi şaşmaz bir şekilde işliyor! Maalesef iktidar sahipleri her şeyi ilelebet elinde tutacaklarını sanıyorlar. Çokluklarıyla övünüyorlar. Her şeyi Allah için yaptıklarını iddia ediyorlar ama her daim Allah’ı devre dışı bırakıyorlar. Bunun içindir ki meydanlarda “Hırsızlık yapan kızım Fatıma bile olsa cezasını veririm” erdemiyle caka satanlar, başarısızlıkla sonuçlanan para ve mal imtihanı neticesinde, kendileri ve yakın çevreleri hakkında ortaya çıkan yolsuzluk iddialarıyla alakalı yargı sürecini bir türlü işletemiyorlar! ‘Adaleti’ dahi “kol kırılır yen içerisinde kalır” şiarına göre dizayn ediyorlar! Kaçınılmaz olarak da ‘adaletin ve hukukun bir gün herkese lazım olacağı’ gerçeğiyle bir şekilde yüzleşiyorlar!
Hülasa
Bir ülkede demokrasi ağır hasarlıysa, temsil ettiği sistem de ağır hasarlıdır. Sistem ağır hasarlıysa, sistemin temeli olan hukuk ve adalet de ağır hasarlıdır. Ağır hasarlı bir sistem içerisinde zamanla hukuk “üstünlüğü” yerine “iktidar gözcülüğü” devreye girer. Bu raddeden sonra “her şey” halk deyimiyle “kitabına uydurulur”. Mülkün temeli sayılan “adalet” bir kadın adı; “kanun” bir müzik aleti olur..! Kanun çalar adalet oynar! Hukuk ise, Mihail Aleksandroviç Bakunin’in yüz elli sene evvel dediği gibi ‘iktidarın fahişesi’ olur!
Sıkça tekrarlıyorum: Haklı-haksız, güçlü-güçsüz denklemi içerisinde kim güçlü ise o haklı gibi görünebilir. Hani “ siyasette maharet, en güçlü olduğunuz zaman, kendinize ilkelerden ve yasalardan sınırlar çizmesini bilmektir.” derler ya; eğer sınır çizmezseniz, oyunun kurallarını beğenmeyince oyunu değiştirmek yerine kural koymaya kalkarsanız, sahip olduğunuz güç ve otorite bir gün sizi esir edebilir!
Sağcısı, solcusu, İslamcısı, liberali fark etmiyor; 26 yıl kesintisiz iktidarda kalmış Atatürk ve İnönü iktidarlarının ‘ebedi yönetimler ebedi liderler’ vurguları, iktidarlar arasında tevarüs ede ede AKP iktidarına kadar geldi. Her uzun iktidar sahipleri gibi AKP’de aksini iddia etse de zamanla irfanını susturdu. “İktidar-otorite-güç-çıkar” dörtlüsünün motivasyonu ile geçmiş iktidarların yaptığı hataları tekrarlamaya başladı: Sorunlar ve mağduriyet alanları kendi çıkarlarıyla örtüşme şartıyla; yasa, kural, teamül, gelenek, tanımaksızın çözüme kavuşturulmak isteniyor. İdari ve hukuki açıdan “hesap verebilirlik” yani “denetim” devre dışa bırakılıp sadece politik açıdan sandıkta hesap verebilirlik ön plana çıkarılıyor! “Evdeki %50” ve “öteki %50” ayrımını körükleyecek üslup ve politik manevralardan vazgeçilmiyor. Kendi yanında durmayan; STK’lara, sermaye gruplarına, cemaatlere, hatta ve hatta bırakın farklı siyasi organizasyonları, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde manipüle etmeye çalıştıkları muhafazakâr tabanda farklı bir duruş sergileyen BBP ve SP örneklerinde gördüğümüz gibi siyasi partilere dahi tahammül edilemiyor! “Ey düşmanım; sen benim ifadem ve hızımsın.. Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!” anlayışıyla olumlu her şeyi kendilerine; kendilerinden kaynaklansa dahi olumsuz her şeyi ürettikleri “düşman mihraklara!” ihale eden anlayışla politikalar üretip, elindeki medya hâkimiyeti ve sınırlamalarıyla olan bitenlerle kamuoyu arasına engeller koyarak, bu ülke insanına dezenformasyonun altın çağını yaşatıyor!
*
Tüm okurlarımın Mübarek Ramazan Bayramını tebrik ediyor, her şeyin gönüllerince olmasını Yüce Allah’tan niyaz ediyorum…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.