Mezarda başını kıbleye kendi çeviren şehid...
Şehidimiz bir teymen. Kırıkkaleli. Baba adı Alaaddin. Dayısı, göz yaşartıcı şehadeti şöyle anlatıyor:
Şehid yeğenim Kaan Adnan Türe, o zaman daha şehitlik şerbetini içmemişti. Şehid olmadan 3 ay önce Ankara’ya geldiğini duyduğumda yanına gittim. Sarılıp öpüşerek biraz konuştuktan sonra ablama, “Anne bize bir çay yap da içelim” dedi. Ablam çayı yapıp da bize birer bardak getirdiğinde, “Anne sen demliği şekeri de bize ver, benim dayımla konuşacaklarım var. Biz çıkana kadar salona da girme” dedi. Ablam çay takımlarını hazırlayıp gittiğinde, salonun kapısını da kapatıp yanıma oturdu. “Buyur yeğenim, konuşalım” dediğimde, “Dayıcığım, ben biliyorum ki, benim bazı özelliklerim sana çekmiş. Hani derler ya, kız halaya oğlan dayıya diye, işte öyle. Senin dinine, vatanına, milletine yani mukaddesatına bağlı olduğunu biliyorum. Ben bazen düşünüyorum, gerçekten Allah (c.c.) dostu olan insan var mıdır diye…”
Dilimin döndüğünce ona bildiklerimi anlattım. Tüm kötülüklere rağmen, Allahû Tealâ’nın sevdiği insanların yüzü suyu hürmetine bu kadar cömert davrandığını, gerçekten de Allahû Telalâ’nın buyruklarını harfiyen yerine getiren, Hoca Ahmed Yesevî’nin, Hacı Bektaş Velî’nin yolundan giden irfan sahibi bilge kişilerin kıyamete kadar var olacaklarını anlattım. Her anlattığımı dikkatle dinliyordu.
Sonra sohbetin yarısında bana, “Ben Rasûlullah Efendimiz’i rüyamda gördüm” dedi. “Kaç sefer gördün?” deyince “3 sefer” dedi. “Anlat nasıl gördün? Uyandığında nasıl uyandın? Vücudunu bana anlat” dedim. “Uyandığımda dizlerimin üzerindeydim. O vaziyette uyandım” dediğinde gerçekten gördüğünden emin oldum. Bana anlattığı aynen şöyleydi:
“Üç tarafı da kerpiçten bir yerde uyuyordum.. Beni nûrânî yüzlü, uzun sakallı, başında beyaz sarığı, sarığın ucunda âyetler yazılı bulunan birisi kaldırdı. Beni alıp yeşillikler ile kaplı bir dağın yamacına götürdü. Burada beyaz atlar üzerine binmiş, başka mübarek zatlar vardı. Sağ elini onlara doğru uzatarak, “Bunlar benim ehlibeytim” dedi. Sonra sağ eliyle benim sağ omuzumu sıvazlayarak “Sen benim askerim olacaksın” dedi. Uyandığımda sanki namazın tahiyyatında diz üstü oturuyordum” dedi.
İçime bir sızı düşmüştü. Şehitlik mertebesine ulaşacağını tahmin edebiliyordum. Ama karşımda canlı dipdiri duruyordu. Ona, üstü kapalı olarak, “Yeğenim, bir sürü malzeme almışsın; bunlara ne gerek vardı” dedim. Lafı kurşun geçirmez yeleğe getirdim. “Sana en iyisinden kurşun geçirmez yelek alalım” dediğimde, “Bak dayı! Bizim paramız var aldık diyelim. Ben o yeleği dağda nasıl giyeyim! Askerlerime nasıl komutanlık edeyim! Bu bana yakışmaz. Hem sen bilmiyor musun, Allah’ın (c.c.) dediği olur” dediğinde, bu rüyaların yorumunu kendisinin de yaptığını, kendisini şehidliğe hazırladığını anladım.
Aradan 3 ay geçtiğinde Kaan Adnan’ın muhafız alayına tayini çıkıp, yeni görevine başlayacağına 15 gün kala şehid düştü haberi geldi. Ciğerler yandı. 4-5 saat vuruşarak şehid düşmüştü. 06.06.1991’de toprağa verdik…
Allah (c.c.) şahittir; o anda orada toprağa bakanlar şahittir. Şehitliğe geldik, mezarın içindeki adamlara, “Siz yukarı çıkın, ben kendi yeğenimi kendim, elimle toprağa vereceğim” dedim. İtiraz etmediler, çıktılar. Bir yüzbaşı, “Dinî vecibelere uygun olarak toprağa verebilecek misin?” diye sordu. “Elhamdülillah Müslümanım ve bu şehidin dayısıyım; acım dolayısıyla bir hatam olursa hocaefendi düzeltsin, ikaz etsin” deyip mezara indim. O nazik bedeni ihtimamla toprağa koyduğumda -en büyük yeminle söylüyorum ki- sanki canlıymış, diriymiş de yatakta yatıyormuş gibi başını kıbleye kendisi çevirdi.
Bu sırada hocaefendiyle göz göze geldiğimizde, “Devam et evladım..” dedi. Tüm işler bitip eve geldiğimizde vakit namazına kılmak için takvim yaprağına baktığımda, şu yazıyordu: Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in mîlâdî ölüm yıldönümü 06/06/1991… Demek ki, aynı ölüm tarihinde şehidlik şerbetini içmişti.
Allahû Teâlâ O’nun ve tüm şehidlerimizin yakınlarına sabır versin. Bizleri Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in ve şehidlerimizin şefaatlerinden mahrum etmesin. Bizlere de şehidlik mertebesine erişmeyi nasip etsin...
Aziz şehidimizin dayısının anlattıkları böyle. Bir daha anlıyoruz ki, şehitler ölü değil. Değil de, yürekler de yanmıyor değil. Bahsettiğimiz şehidimizin ve bütün şehidlerimizin ailelerine hem başsağlığı diliyor, hem de ahirette evlatları için yüksek bir makam hazırlandığını hatırlatarak tebrik ediyorum.
Kırıkkale İl Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ercihan Çakmak Bey, Kırıkkale Şehitleri isimli büyük emek mahsûlü bir eser hazırlamış. Kendilerini tebrik ediyorum. Bu kitaptan bir adet de bendenize lûtfetti. Şehid teymenin dayısının anlattıkları işte o kitaptan…
Acaba diyorum, daha kaç şehid için cenaze namazı kılacağız? Bu şehidlerimizin cenaze namazları ne zaman bitecek?..
Milletçe cenaze namazı değil de, daha ne zaman şükür namazları kılmaya başlayacağız?
Ve bu sorulara cevap verecek olan muşahhas muhatablarımız kimler? Bilsek de doğrudan onlara sorsak.