Işid Karşıtı Bildiriyi İmzalamamanın Siyasi Ederi
Malumunuz, ABD başkanı Barack Obama’nın IŞİD planını açıklaması sonrası, ABD dışişleri bakanı John Kerry, bölgedeki müttefikleriyle Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde bir araya geldi. Toplantıya Türkiye’den bir temsilci de katıldı. Suudi Arabistan, Bahreyn, Mısır, Irak, Ürdün, Kuveyt, Lübnan, Umman, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri, IŞİD’e karşı mücadelede ABD’nin planına destek vereceklerini açıkladı. Bir ortak bildiri yayınlandı; IŞİD’in lojistik ve mali kaynaklarını engellemeye yönelik adımların güçlendirilmesi, yeni ırak hükümetinin desteklenmesi gibi hedefler dile getirildi. Türkiye bildiriyi imzalamadı.
Bu tip emperyal niyetli, savaş ve şiddet yöntemli travmatik sonuçlar doğuracağı kesin olan gelişmeler, hep panikle ve sıcağı sıcağına analiz edile gelse de, akabinde işler (1991 Körfez Krizi ve 11 Eylül sonrası ikinci Irak ve Afganistan olaylarında olduğu gibi) mecrasından sapıp başka emellerin altyapısı haline gelebiliyor. Ama netice hiç değişmiyor: İçeride ve dışarıda her türlü müdahaleye açık hale gelen Türkiye ciddi risk ve tehditlerle karşı karşıya kalıyor.
Soğuk savaşın bitmesi ve dünyada küresel terör diye bir kavramın ortaya çıkışıyla birlikte, ABD manevra hâkimiyetini genişletip emperyal niyetlerine meşruluk katacak her yolu deniyor. Bizzat kendi elleriyle yaratıp büyüttüğü canavarlarla mücadelede her ülkenin kendi yanında saf tutmasını istiyor. Kendi yanında durmayanları “eksen kayıyor” tartışmalarıyla hizaya getiriyor!
Şu anda IŞID’e karşı koalisyona destek vermeyen Türk dış politikası, birçok açmazlarla ve sıkıntılarla karşı karşıya bırakılıyor. Sonuçta karşısında bu tip sorunları hep “ya herro ya merro” mantığıyla çözmeye alışık bir Amerika var… Arap Baharı’nda ve BOP Planı’nda mezhepçi ve etnik temelli politikalarıyla istediğini alan Amerika, “oyun kurucu benim, sana da şu rol düşüyor” demeye getiriyor. Türkiye birçok argüman ileri sürerek konumunu ABD’ye anlatıp ikna etmeye çalışsa da, ABD eski bir alışkanlığıyla gerek siyasi iktidar üzerinde gerekse kurumlar üzerinde müdahalesine açık kara deliklere sahip olduğu için, Türkiye’yi çantada keklik görüyor ve Türkiye'nin konumunu pek de iplemiyor.
Hükümet ne kadar da dirense de, Türk tarihinin en şahsiyetli, şerefli ve bu ülkenin korsan devlete sahip olmadığının ispatı olarak gördüğüm 1 Mart Tezkeresinin reddedilmesinin sonrasında olduğu gibi, peş peşe bedel ödemekten çekiniyor. Çünkü şu anda 49 rehine argümanından başka bir neden ileri süremiyor. ABD ve müttefiklerini ikna edecek ne karşı bir politika geliştirebiliyor ne de bu güçlere karşı “zarar verme” potansiyeli var!
Şu anda Hükümet bu ittifakın karşısında durmasının siyasi ederi kendi iktidarına ve ülkeye nelere mal olacağı üzerinde kafa yoruyor. Zaman çok daraldı. Türkiye, 24 Eylül’de Obama’nın başkanlığı bizzat üstleneceği Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde ağır bir kararlaştırmayla muhatap olabilir. Hükümet şu anda aşağıda sıralayacağım b durumun siyasi ederi ve karşı karşıya kalınması muhtemel riskler ve tehditler konusunda yoğunlaşmış durumda. Bunlar:
1-) Asker-sivil otorite ilişkilerinde kaymalar yaşanabilir ve askeri bürokrasi etkinlik kazanabilir. PKK/PYD’nin G. Doğu ile etkileşimi Ankara aleyhine sertleşebilir. En yakın tehdit ise Habur’u bile kapattırabilir! Öte yandan zaten bozulmaya yüz tutmuş MİT-Öcalan Müzakere Sürecini daha beter ellere yüzlere bulaştırılır.
2-) IŞİD'in yarattığı tehlikeler karşısında; Kuzey Irak'ta bağımsızlıkçı Kürt hareketinin silahlı birimi Peşmerge güçlerinin, Türkiye'den PKK'nın silahlı kanadı Halk Savunma Güçleri'nin (HPG), Suriye'de Demokratik Birlik Partisi (PYD) Halkçı Koruma Birliklerinin ortaklık temeli atmak üzereler. Bu Türkiye için ciddi bir tehdittir. "Kürt Savunma Güçleri" olarak adlandırılan bu güçlerin, ABD’den ve müttefiklerinden dolaylı ve dolaysız olarak alacağı ağır silahlarla daha da güçlenip, bölgede ortak siyasi ve diplomatik platformlar kurabilir.
3-) İran, İŞİD'e karşı Kudüs Birliği vasıtasıyla sağlayacağı muhtemel operasyonel katkısı ve lojistik çerçevede sağlayacağı destek ile ABD için İran'ın bölgesel görünümünü, bir düşman algısından destek verilmesi gereken bir bölgesel aktöre dönüştürebilir
4-) ABD ve müttefikleri Türkiye’nin Suriye sınır yönetimine müdahale edebilir, sınır ve bağlı işleyiş yönetiminde istenmeyen yaptırımlarla karşılaşılabilir. Hatta ve hatta Suriyeli sığınmacıların statüsünü kalıcılaştırma-pekiştirme, idare ve yerel halkla etkileşimini bozma işlerinin yanında Kuzey Irak göç hareketi bile kontrolümüzden çıkabilir.
5-) Sıcak para operasyonları neticesinde tüketerek ve borçlanarak büyüyen hormonlu ekonomimiz krize doğru gidebilir. Kuzey Irak ile ihracatımız durduğu için şu an cari açık gittikçe açılıyor. Petrol satışının Türkiye üzerinden devam etmesinde ciddi sıkıntılar yaşanabilir.
Hülasa
Türkiye’nin Cidde zirvesinde atmadığı imza nedeniyle gerçekleşen J. Kerry ziyaretinde, ABD’yi diplomatik etkinlikle ikna ettiğini sanmıyorum. Obama’nın deyimiyle Türkiye; sorunun parçası ya da çözümün ortağı olma seçeneğini Eylülün 24’üne dek netleştirmek zorunda. Cidde zirvesinde Türkiye’nin IŞİD karşıtı söylem ve planlamalara imza koymamasının siyasi ederi; ABD-Obama’nın 24 Eylül BMGK planlamalarını Türkiye aleyhine daha fazla odaklamasına yol açacaktır. Gerek Irak’ta, gerekse Çözüm Süreci ile birlikte devlet otoritesinin özerklik talep eden BDP yönetimine devredildiği Türkiye’nin bir bölümünde, saha kalibrasyonlarının Türkiye aleyhine tasarlanması hızlandırılacaktır.
Hükümetin yukarıdaki riskleri ve bedelleri karşılayabileceğini ve bu tehditlere karşı bir tedbir üretebileceğini düşünmüyorum. Bölgede otorite boşluğunu dolduracak yegâne devlet olduğu avantajıyla ve Amerika’nın bu işin jandarmalığını yapamayacağını Irak'ı terk ederken anladığı tecrübesi üzerinden argümanlar üreten hükümet; neticede Türkiye’yi jandarma devlet olarak, “1 koyup 3 alacağız” motivasyonu ve “Bölgesel Barış Gücü” misyonuyla bölgeye itecek ve ABD ve diğer müttefikleriyle ile birlikte hareket edecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.