Batı’nın günah keçisi
“Günah keçisi” kavramını duymayan yoktur. Buna, Arapçada “Kebşu fedâ”, İngilizcede de “Scapegoat” derler. Çok eskiden bir Yahudi uygulamasından alınarak kavramsallaştırıldığı bilinmektedir.
Eski Ahit’te Kefaret Günü ayinlerinde bu kavim günahlarını sembolik olarak bir erkek keçiye yüklerdi. Günahlardan arınmak için bu keçi Kudüs şehrinin dışında bir uçurumdan aşağıya atılarak kurban edilirdi. Böylece günahlardan arındıklarına inanırlardı.
Tarihçiler, kadim Yunanistan’da da pagan geleneklere göre kötülüklerden ve günahlardan arınmak üzere bir kadın ve erkeğin seçilip kurban edildiğini söylüyor.
Hz. İsa da bu iki kültürün bileşkesinde, Yahudi ve Roma ittifakıyla çarmıha gerilmeye mahkum edilerek günah keçisi seçilmişti. Allah (c.c) tuzaklarını boşa çıkardı.
İslam’da ise durum tamamen farklıdır. Bugün modern hukukun da temelini teşkil eden; suçun şahsiliği prensibi, “Hiç kimse başka birisinin günahının bedelini ödemez”, (Enam: 164; İsra: 15) âyetleriyle sabit kılınmıştır.
Günah keçisi, aslında suçsuz olduğu hâlde ötekileştirilen herkestir. Bu bir birey, bir etnik yapı yahut belirli bir dinin müntesipleri de olabilir.
Batı medeniyeti kendisini 1950’lerden sonra Judeo-Christian” (Yahudi-Hıristiyan) ve aydınlanmayı referans alarak tanımlamaya başlamıştır. Judeo-Christian geleneğin tehlikeli bir uygulaması da kültürel kodlarında derinden yer eden bu günah keçisi mefhumuna dayanarak ortak düşman icat etmesidir.
ABD, Kızılderilileri ve zencileri ötekileştirerek tarih sahnesine çıktı. İkinci Dünya savaşı döneminde Batı’nın günah keçisi, Naziler ve Japonlardı. İkinci Dünya Savaşı sonrası ise sosyalizm ve bunun ete kemiğe bürünmüş modeli Rusya idi.
Batı, dönem dönem ilan ettiği bir günah keçisinin varlığıyla iç birliğini sağlama yoluna gidiyor, yine bu günah keçisinin varlığıyla mezalimlerine gerekçe üretiyor. Bu alışkanlığından hiç vazgeçmedi ve vazgeçmeyecek.
Bunun bize taalluk eden yönüne gelelim. Medeniyetler Çatışması teorisiyle evvelemirde teorik zeminde Müslümanlar ötekileştirildi. 11 Eylül sonrası da anlaşılır sebeplerle El Kaide ortak düşman ilan edildi.
Ancak ortak düşman mefhumu, daha sonra dinini bir yaşam tarzı olarak gören, İslâm’ı bünyesinde canlı yaşayan bir toplum inşa etme hayalleri kuran tüm Müslümanlara teşmil edildi. Ya bizdensiniz, ya da teröristlerden, dendi. Bush ve avenesi üçüncü bir yol bırakmadı.
En son IŞİD’le mücadele kapsamında Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde düzenlenen ve ABD, Türkiye, Mısır, Ürdün ve körfez ülkelerinin katıldığı zirvede kararlar alındı. Türkiye, yukarıda anlattığım bu arka plandan yola çıkarak söylüyorum, alınan bu kararların yer aldığı sonuç bildirgesine imza koymayarak doğrusunu yapmıştır.
Hükümete içte ve dışta neden bu koalisyonun içinde yer almadığı sorulup baskı yapılıyor. İsrail alenen Türkiye ve Katar’ı teröre destek veriyor diye köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. Bunlar ülkeyi tuzağa çekmek için yapılan atraksiyonlardır.
Yakında ABD’nin IŞİD’i vurmak üzere açıkladığı eylem planının bölgeyi daha fazla kaosa sürükleyeceği görülecektir. Bölgede kaosun tarafları, ABD bizi IŞİD’den kurtarsın diye bölgeye davet ediyorsa, onlar da bunun bedelini ödeyeceklerdir.
Hâlbuki bölge halklarının hür iradesine saygı duymadıkları için bu kaos ortamını kendi elleriyle oluşturdular. Barışçıl yollarla halkın iradesini temsil etmek isteyen İhvan’a bile tahammül edemediler. Suriye’de İslâmcılar iktidara gelecek korkusuyla bölgeyi ateşe verdiler.
Çözümü hâlâ yanlış yerde arıyorlar. ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve diğerleri ne zaman Müslümanların hayrına olan için hareket ettik ki şimdi de etsin? Böyle bir niyetleri olsaydı dinini ciddiye alan Müslümanları günah keçisi ilan ederler miydi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.