Müdür Bey
Öyle Bir Geçer Zaman ki dizisinde, menfi bir okul müdürü vardı. Ciddi bir psikolojik sıkıntısı olan Mete’nin canına okumuştu. Aynı müdür tipi, Benim Adım Gültepe dizisinde de karşımıza çıktı. Direk anlatılmıyor ama, bu iki müdürün de gelenekçi, statükocu olduğu belli oluyor. Onlara karşı duran öğretmenler ise solcu.
Fevzi, babası yüzünden yaşadığı utanca rağmen okula gitmeye karar veriyor. Evden okula kadar her türlü söz ve bakışa dayanan Fevzi ve arkadaşı Seyfi, okul bahçesinde patlayarak kavga ediyorlar. Kavgaya gelen müdür, yapılabilecek en kötü şeyi yapıyor ve zâten utancından başı eğik dolaşan çocuğu bir kez daha yaralıyor. Cezâ olarak da okuldan uzaklaştırma veriyor. Ne hâdisenin sebeplerini araştırıyor ne de başka bir çözüm yolu arıyor.
Bir eğitim kurumunun başında böyle bir müdür olması ne büyük bir felâket.
Çocuklarımın okul hayatları boyunca muhtelif müdür örnekleri tanıdım. Belki inanmayacaksınız ama, en kötüsü ilâhiyat mezunu bir müdürdü. Kendisini öğretmenliğe adamış, mesleğine âşık olan oğlumun öğretmenine okulu dar ediyordu. Zıtlaşmanın öyle filmlerdeki gibi siyâset veya inanç meselesi olduğunu sanmayın. Öğretmenimiz, kandillerde çocuklara hediye dağıtan milliyetçi, dindâr bir hanımdı. Bu duruma göre, müdür bey ile arasının iyi olması lâzım gelmez mi?
Müdürden çekinmeyen veliler olarak idârenin karşısına dikildik. Yaşadıklarımı anlatsam bu sayfaya sığmaz. Okul-Âile Birliği’nde görevli ve müdürün işbirlikçisi velilerden evime tehdit telefonlarına kadar bir hayli filmatik hâdiseler yaşadım.
Daha evvelki bir yazımda, toprak, su ve kadın mülkiyetinden bahsetmiştim. Buna bir de makam mülkiyeti diye bir illeti eklemek istiyorum. Makam sâhiplerinin, devletin bir memuru olduklarını unutup, yetki alanlarındaki canlı cansız herşeyin kendisine âit olduğunu sanması akıl alır gibi değil.
Yakınlarda bir öğretmen arkadaşımdan, okullarında yaşanan bir hâdiseyi ve müdürlerinin meseleyi nasıl çözdüğünü dinledim. Bunu herkes bilmeli ve duymalı diye bu yazıyı kaleme aldım. Ancak müdür beyden izin almadığım için okulu ve adını veremiyorum. Daha doğrusu, gençlerin selâmeti için sessizce çözülmüş bir hâdiseyi seslendirmemek için böyle bir şeye teşebbüs bile etmedim.
Hâdise şöyle:
Bir imam-hatip lisesinde, lise son sınıftaki bir genç, eğitimine devâm etmesine engel teşkil edecek ciddi bir sıkıntı yaşıyor. Durum müdür beye iletiliyor ya da bir türlü duyuyor. Müdür bey, konu hakkında tek kelime edilmemesi için tedbir alıyor. Ne öğretmenler ne de öğrenciler, tek kelime dedikodu etmiyor. Korkanlar korkularından, korkmayanlar ise iyilik adına...Neticede, öğrenci mezun oluyor.
Şimdi bir de tersini düşünün. Dedikodu çarkının, acımasızca harekete geçtiğini; müdürün çocuğa cezâ verdiğini; öğretmenlerin sözlü tâciz ettiğini; arkadaşlarının fenâ muâmele yaptığını ve dışladığını..
Allah muhâfaza, ucu intihâra kadar gidebilecek, bir gencin hayâtını karartabilecek şeyler.
Mesele o kadar ölçülü ve sâkince çözülmüş ki arkadaşım anlatırken sanki kendi okulunda değil de başka bir okulda yaşanan bir hâdiseyi anlatır gibiydi.
Türban, dövme ve pearcing tartışmalarının yoğunlaştığı bu dönemde, akl-ı selim sâhibi okul idârecilerine çok ihtiyâcımız var. Herşey yasa veya kural demek değildir.
Okul idârecilerinin, inisiyatif kullanarak öğrencilere çok destek olması gerektiğini düşünüyorum. En deli çağını yaşayan çocuklara, devletin yasakçı, kuralcı ve soğuk yüzüyle değil, şefkatli yüzüyle yaklaşmalılar.
Bu konuya, bir dahaki yazıda, “Unutulmaz Titanlar” filmi eşliğinde devam edelim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.