Amelsiz İslâm
İnsan, İslâm’ın emrettiği salih amelleri yerine getirmeksizin Müslüman olabilir mi? Diliyle Müslüman olduğunu ilan etmesi kişiyi Müslüman yapmaya yeter mi? Günah işlemesi onu dinden çıkarır mı? Amel ve iman ilişkisi nedir?
Bu sorular sahabe döneminden günümüze kadar geçerliliğini koruyan sorular cinsindendir. Bu sebeple konuyla ilgili âyet ve hadisler etrafında tefsirlerde, hadis şerhlerinde, fıkıh ve kelam kitaplarında detaylı tartışmalar yapılmıştır.
İslâm içi fırkalar arasında da en temel tartışma başlıklarından birisini amel ve iman ilişkisi oluşturur. Bu mesele salt entelektüel bir tartışma değildir. Çünkü bu mesele önce tasavvuru belirler sonra da Müslümanın Müslümanla ve Müslümanın gayrimüslimle beraber yaşama fıkhını açıklığa kavuşturur. Bir diğer ifade ile içi fıkıh dolu bir muhtevayı ifade eder.
Ayrıca Müslümanın kendisine “Allah’a (c.c) ne kadar yakın olduğu, duruşunun, günlük pratiklerinin kendisini cennete ne kadar yaklaştırdığını, cehennemden ne kadar uzaklaştırdığını” gösterme fırsatı da verir.
Bir kere şunu belirtelim; Murice fırkası hariç, imanın amelsiz de olabileceğini, insanın Allah’ın rızasını kazanmak ve cehennemden uzaklaşmak için diliyle Müslüman olduğunu söylemesinin yeterli olacağını söyleyen bir fırka yoktur. Bu yüzden de bu fırka ittifakla sapkın bir grup olarak görülmüştür.
Amelsiz İslâm trendinin gittikçe yaygınlaştığı bir dönemde postmodern din yorumlarının İslâm’dan onay alamayacağını hatırlatmak gerek. Bu mesele öyle görmezden gelinebilecek bir mesele de değildir.
Hz. Ömer’in rivâyet ettiği meşhur Cibril hadisinden konuyla alakalı kısmı almak istiyorum.
Bir gün Resûlüllah (sas) ashabının yanında iken, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zât çıkagelir. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor; sahabeden de onu kimse tanımıyor. Hz. Peygamber’in (sas) yanı-na oturur ve dizlerini onun dizlerine dayar. Ellerini de uylukları üzeri-ne koyduktan sonra:
“Ey Muhammed! Bana İslâm’ın ne olduğunu söyle!” der. Resulüllah (sas) de; “İslâm; Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in de Allah’ın elçisi olduğuna şehadet etmen; namazı dosdoğru kılman, zekatı vermen, Ra-mazan orucunu tutman ve yol (külfetleri) cihetine gücün yeterse hacca gitmendir.” buyurur.
Bunun üzerine o zât: “Doğru söyledin.” der. Sonra da; “Şimde de bana imandan haber ver!”der. Resulüllah (sas) de: “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe inanman, bir de kadere; hayrına şerrine inanmandır.” der.
Hadisin son kısmında da Efendimiz (sas); “O zât Cibril’di. Size dininizi öğretmeğe gelmişti.” buyurur. (Muslim: 1/28, hn. 102)
Bu hadis, aslında “Din nedir?” sorusuna cevap veriyor. Allah (c.c) indinde makbul dinin, iman ve amellerden müteşekkil olduğunu ilan ediyor. Biri diğerini ilzam eder. İman varsa amel de vardır. Amel de imana delalet eder. Kavanozda ne varsa dışarıya da o sızar misâli.
İnsanın normal zamanlardaki amelleri zihin kodlarının, inanç dünyasının dışa yansımasıdır.Allah’a inanıyorsanız, sizin hayatınıza sınırlamalar getiren üstün bir varlığa inanıyorsunuz demektir. Allah’ı rab ve ilah olarak kabul ettikten sonra bunun kişinin hayatına yansımaması düşünülemez.
Bu yüzden ulema, Müslüman olmanın tanımını; din esaslarını kalple tasdik, dil ile ikrar ve bedenle de amel etmek diye yapmışlardır. Kısacası iman kuru bir davadan ibaret değildir.
Postmodern dönemde amelsiz, yavan, kuru, tatsız ve bir o kadar da her yere çekilebilen göreceli bir İslâm’ın teşvik edildiği, yaygınlaştırıldığı gözlerden kaçmıyor. İslâm’ın içinin boşaltılması dine yönelik bir tehdittir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.