Sokaklar Gergin
Kobani gerekçesiyle Kurban Bayramı’nda başlayana olaylar devleti gerçekten korkuttu… Olayların verdiği maddi zararlar son dönemde Türkiye sokaklarında eşi benzeri az görülür cinstendi. Eylemler bu açıdan belki de Gezi olaylarını dahi geçti…
Yakılan, yıkılan binlerce işyeri, kurum ve araçtan haberimiz var… Ancak tahminim, gerçek bilanço medyanın ve yetkililerin bizlere sunduğundan daha vahim, daha dehşetli…
Maddi zarar ek olarak şehrin ortasında polislerin uzun namlulu silahlarla şehit edilmesi ve diğer polislerin yaralanması da tabloyu ağırlaştırıyor…
Şok dalgasını tamamlayan ise geçmişte çokça karşılaşmadığımız Türk bayrağı ve Atatürk heykellerini yakılması, ağır hakarete uğraması… Bu tür saldırıların sembolik bir önemi var. Orada aslında yakılmak istenen bir bayrak veya bir heykel değil, devletin egemenlik haklarıdır… Devlete ve topluma verilen mesaj “burası bizim, burada tek egemen biziz, çekip gidin”dir.
Başka bir deyişle mesaj ayrılma mesajıdır, Vandalizm değil…
BÜYÜK TEHLİKELER
Tüm bu yaşananlar devleti ve toplumu dehşete düşürdü… Özellikle güvenlik güçleri, yaşananlardan çok etkilendi ve bazı refleksleri tekrarlamaya başladı…
Olayların ayrılıkçı kalkışma yönü bir yana, Kobani olayları olası bir toplumsal bölünme ve çatışmaya da işaret etti...
PKK-Hizbullah ve PKK-IŞİD çatışmalarının Diyarbakır ve Gaziantep gibi şehirlerde patlamasının an meselesi olduğu gerçeği daha bir belirgin bir hale geldi…
Ayrıca Kürtler arası bir iç savaşa ilaveten, Kürt-Türk iç savaşının da çok uzak bir ihtimal olmadığı, dikkat edilmez ise ülkenin büyük bir yangın yerine kolayca dönüştürülebileceği görülmüş oldu…
Kürt iç savaşı, Türklerle Kürtle arasında bir iç savaşa ek olarak mezhep ve inanca bağlı çatışmaların da hiç uzak olmadığı yetkililerce anlaşıldı...
Kısacası Türkiye, Kobani gösterileri esnasında kendisinin Suriye ve Irak’ta yaşananlardan çok da uzak olmadığını, bu ülkelerdeki savaşların Türkiye’ye sıçramasının hiç de zor olmadığını görmüş oldu…
KUTUPLAŞMA
Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Gezi olayları esnasında “muhalefetin senelerce uğraşsa da başaramayacağı bir şeyi 5 günde başardık ve normal koşullarda bir araya gelmesi düşünülemeyecek olan bir birinden çok farklı kesimleri grupları fraksiyonları toz duman içerisinde bir birleriyle buluşturduk” demişti… Gerçekten Gezi olayları esnasında meydanlarda birbirine rakip bilinen gruplar birlikte hareket ettiler ve Hükümet/Erdoğan karşıtlığında birleştiler… Karşılıklı restleşmeler ve tırmandırma siyaseti iktidar partisinin oylarının arttırırken, iktidarı sevmeyenleri de birleştirdi ve bir kuvvetli bir saf haline getirmeye başladı…
İktidara gelmek için taraftarlarınızın sayısı ve desteği yeterli olabilir, ancak iktidarda kalmak, ülkeyi yönetebilmek için rakiplerinizin sizin idarenize olan kabulü ve rızası önemlidir. Başka bir deyişle, siyasette karşılıkları % 5-10 da olsa şiddeti göze almış, iktidarı gayri meşru saymış bir azınlık dahi ülkeleri yönetilemez bir hale sokabilir. Gezi’de ise bu oran % 10’un çok ama çok üstündeydi… Hükümet karşıtlığında pek çok merkezi-grup, marjinal görüşlere kaydı…
GEZİ, YANLIŞ OKUNDU
Denebilir ki Gezi olaylarında 3 farklı grup vardı… Bunlardan ilki normal göstericilerdi ve en temel hakları olan ifade özgürlüğünü kullanıyorlardı. İkinci grup ise şiddete meyilli radikaller ile terör örgütü üyeleri idi. Üçüncü grup ise hükümeti devirmek için ilk iki gruptan yararlanan, meşru siyasetle iktidar olma şansları hiç olmayan marjinal siyasi gruplardı.
Nitekim olaylar esnasında kitlelerin öfkesi doğrudan hükümeti devirecek yönlere odaklandı. Başbakanlık ve diğer önemli kurumların basılması girişimleri ve bu girişimlerin birkaçının son anda ve rastlantısal şekilde önlenebilmesi manidardır…
Ne yazık ki devlet, gösterici grupları iyi analiz edemedi ve masum göstericilere karşı sert söylem, terör örgütü üyelerine karşı yumuşak önlem olayları daha da tırmandırdı ve marjinallerin ekmeğine yağ sürdü…
2013 yazı başlarında meydana gelen gösterilerde hemen hemen tüm sol gruplar, çevreciler, liberaller, hatta spor klüpleri ve diğer muhalif gruplar yer aldı… BDP, göstericilere sözlü destek verdi belki ama PKK, şiddet eylemlerinde pek görünmedi… Böylece devlet Doğu’daki polis güçlerini ve gösterileri bastırmada kullandığı araçları rahatça Batı’ya kaydırabildi, Gezi ayaklanmalarını zor da olsa bastırdı…
SOKAĞIN GERİLİMİ ARTIYOR
Gezi olaylarından sonra sokaktaki gerilim bir türlü dinmedi, tam tersine büyüdü… Formal muhalefetin toplumsal rahatsızlıklara sözcü olamaması, toplumun hatırı sayılır bir kesiminin kendisini iktidarda ve Meclis’te temsil edilmiyor hissedişi sokakları 1,5 yılı aşkın bir süredir keman yayı gibi gergin bir hale getirdi…
17 Aralık sonrasındaysa gerilime Cemaat de katıldı… Gezi muhalifleri böylece genişledi, sokaktaki tehlike de büyüdü…
Kobani gösterilerinde ise herkesin endişeyle beklediği eksik halka tamamlanmış oldu, yani PKK ve taraftarları çok sert bir şekilde sokaklara indiler…
Özetleyecek olursak sokaklar gergin, kibrit yaksanız patlayacak kadar dolu… Suriye ve Irak’ın Türkiye’ye sıçrayan kıvılcımları ve PKK’nın zor zamanlardan yararlanma fırsatçılığı Gezi olaylarından daha fazlasına neden olabilir…
Yeterince karamsar olan yukarıdaki senaryodan daha karamsar olanı ise Türkiye’nin Irak ve Suriye ile olan sınırlarının anlamsızlaşması ve o ülkelerdeki iç savaşın Türkiye’ye yayılmasıdır…
KANUNLA EMNİYET SAĞLANIR MI?
Dediğimiz gibi Kobani olayları herkesin gözünü korkuttu… Çözüm Süreci’ne olan inanç her iki tarafta da azalırken, devlet daha güçlü bir kalkışmayı bastıramama endişesine kapıldı…
Bir bakan “şiddet misliyle karşılık bulur” dedi, bir diğeri “dünyalarını başlarına yıkarız” dedi… Bu sözler devletin kendisine olan güvenini değil, geleceğe dönük endişelerini ortaya koyuyordu…
Olaylara devletin cevabı çok katı güvenlik önlemleri şeklinde ilerliyor. Hatta devlet, güvenlik güçlerinin yetkilerini en üst düzeye çıkarmaya, buna karşın şüpheli ve sanıkların haklarını törpülemeye çalışıyor… Basına yansıyan taslaklar doğruysa, devlet sokakları yeni yasalarla, daha fazla polisle, daha fazla silahla vs. zaptu rapt altına almaya, daha güvenli yerler haline getirmeye gayret ediyor…
MAKUL ŞÜPHE HİÇ DE MAKUL DEĞİL
Ancak alınmak istenen önlemlerin asıl kendisi gerilimi tırmandıracak cinstendir… Örneğin ‘makul şüphe’ diye bir kavram türetip, ardından şüphelilerin evini veya kendisini aramak, şüphe üzerinden kolayca çok sayıda insanın özel hayatını takip edebilmek, dinlemek vs., şüpheli ve sanıklara suçluymuşçasına cezalar vermek, bireye karşı suçlar yerine yeniden devlete karşı suçları ön plana çıkarmak ve devleti kutsamaya geri dönmek, son derece muğlak kavramlara dayanarak herkesi potansiyel suçlu haline getirmek sokakları daha güvenli ve huzurlu yapmaz, tam tersine sokaklardaki gerilimi arttırır, şiddete dönüşmesini kolaylaştırır…
Unutmamak gerekir ki Kobani gösterilerinde ortaya çıkan şiddetin nedeni polisin yetkisizliği değildir. Gezi olaylarının sokak şiddetine dönüşmesinin nedeni de polislerin yeterince yetkiye sahip olmayışı değildi… Bunların sonucu olarak, polise verilecek daha fazla yetkiyle sokakların daha güvenli yerler haline geleceğini düşünmek imkânsızdır. Mesele zihniyet meseledir.
Siyasi ve toplumsal sorunlar eskisi gibi yerli yerinde dururken, siz sadece polisiye kurallar ile oynarsanız sonuç alamazsınız. Toplumsal ve siyasi sorunları sadece aynı türden araçlarla çözebilirsiniz. Toplumsal gerilimi baskılamaya devam ederseniz toplumsal patlamaları geciktirebilirsiniz, ancak bu yolla o patlamanın şiddetini ve tahribatını arttırmaktan başka bir iş yapmış olmazsınız…
Sosyal ve siyasi sorunları polisiye önlemlerle çözmeye kalkarsanız, yönteminiz daha fazla gerilim ve şiddet doğurur. Bunun sonucunda sayın bakanın kanaatimce maksadını aşan sözünde olduğu gibi, şiddete misliyle karşılık verme noktasına kadar varabilirsiniz…
GÜVENLİK, DEVLETE GÜVENMEKTİR, İNANMAKTIR
Bir ülkede toplumsal barışı daha fazla polis veya daha fazla silah değil, toplumun devlete ve ülkesine olan güveni ve inancı sağlar. Zaten ‘güvenlik’ ve ‘emniyet’ kavramları ‘güvenmek’ten ve ‘emin olmak’tan gelir. Emniyette olmakla kendini yönetenlere inanmak, ülkesindeki düzene adeta iman etmek arasında yakın bir ilişki vardır. İşte, yetkililerin yapması gereken bu güveni ve inancı yeniden tesis etmek, mevcut bağları kuvvetlendirmektir.
Oysa vatandaşların devlete ve topluma olan inancı onların özgürlüklerini ve haklarını polisin veya savcıların insafına bırakarak sağlanamaz. İfade özgürlüğünün ve mülkiyetin dahi tehlikede olduğu bir ülkede sokakların huzurlu olması da beklenemez.
Bırakınız sıradan vatandaşı devlet ile güven ilişkisi bizzat güvenlik güçlerinde dahi oldukça yıpranmış bir vaziyettedir. Özellikle toplumsal olayları bastırması beklenen poliste son 7-8 aydır yaşananlar güven ilişkisine çok ağır darbeler vurmuştur. Alınan yaraların herşey yolunda gitse dahi birkaç ayda değil, birkaç yılda dahi iyileşmesi beklenemez…
Bu nedenle, yapılmak istenen yasal değişiklikler daha fazla olayın patlak vermesine, sıradan insanların terörize edilmesine, gruplar arasındaki güven ve inancın paramparça olmasına neden olacaktır. Üstelik bu etki sadece belli bir grup üzerinde değil, tüm toplum üzerinde gerçekleşecektir…
AYAKLANMA, İÇ SAVAŞ VE DARBE?...
Başa dönecek olursak, sokaklarda müthiş bir gerilim birikti… Bu terörün belli noktalardan boşalmasına müsaade edilmezse toplumsal kanunlar bellidir. Tıpkı fizikte olduğu gibi tüm yönlerden tıkanmış bir alanda gaz sıkıştırılırsa ne olacağını herkes tahmin edebilir…
Üstelik Gezi olaylarından bu yana şiddet olaylarına kolayca katılabilecek toplumsal muhalefet halkası genişlemiştir. 17 Aralık’tan sonra Hükümet’in yıllarca sırdaşı ve ortağı olmuş olan Cemaat de bu muhalefete katılırken, son olaylar sonucunda PKK, hatta kısmen PKK dışı Kürtler de bu halkaya dâhil olmuşlardır. Eğer önlem alınmaz ise söz konusu muhalefet hem genişler, hem de sertleşir. Hatta ayaklanma, anarşi, kaos, iç savaş ve darbe gibi hoş olmayan ihtimaller de belirir… Önlem ise daha fazla polis veya özgürlüklerin azaltılması değil, toplumun devletine olan inancının tazelenmesidir…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.