Türkiye'nin Diktatörlerle İmtihanı
Abdullah Gül, Cumhurbaşkanlığı döneminde yurt dışı gezilerine sadece gazetecileri ve işadamlarını değil, akademisyenleri ve dış politika uzmanlarını da götürürdü... Bu sayede bu gezilerinden bazılarına ben de katılma fırsatını buldum…
Gül, uçağına akademisyenleri almakla kalmaz, akşam geç saatlerde onlarla geziyi değerlendirir, görüşlerini de alırdı... Bu sohbetler göstermelik olmaktan uzak, eleştiriye ve öneriye açık, zihin açıcı değerlendirmelerdi...
Ocak 2011’de Yemen’in başkenti Sana’ya gerçekleştirdiği gezide oldukça yorulmuş olmasına ve saatte bir hayli geç olmasına rağmen Cumhurbaşkanı Gül bu geleneğini yine bozmadı ve akademisyenleri otel odasına topladı…
O toplantıda Türkiye-Yemen ilişkilerinden, Ortadoğu’daki en son gelişmelere kadar oldukça derin analizler yapıldı… Kendisi uzman görüşlerini dinledi, Uluslararası İlişkiler çalışan bizler ise ülkenin dış siyasetini birinci elden öğrenme imkânını yakaladık…
Türkiye, o günlerde Ortadoğu’nun parlayan yıldızıydı ve herkes için model ülkeydi. Bu sayede Yemen sokaklarında başımız dik, korkusuzca dolaşıyorduk... Oysa aynı günlerde Yemen’e resmi bir ziyarette bulunan ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton neredeyse bir orduyla dolaşıyor olmasına rağmen saldırı korkusuyla her yere girip çıkamıyordu...
O günlerde Yemen’de Türk olmak gerçekten ayrıcalıktı. Herkes birbirinden nefret etmesine rağmen, nefret edenlerin ortak noktası Türklerden hoşlanmaktı…
***
Gül ile birlikte pek çok açılışa, ziyarete vs. katıldık. Türk işadamları iş potansiyelini yakından gördüler, kimi işadamları bağlantılar kurdular… Türk okullarının Yemen’e katkısı hepimizi grurlandırdı… Cumhurbaşkanı Gül bir cumhurbaşkanı gibi değil, ülkenin CEO’su, hatta tanıtım elçisi gibi davranıyor, oradan oraya koşturuyordu… Ancak ben dâhil, heyetteki herkes Yemen’in diktatörlükle idare ediliyor olmasından rahatsız olduk… Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın bir diktatörle (Ali Abdullah Salih) bu kadar yakın olması hepimizi düşündürüyordu… Sadece Yemen değil, Türkiye Suriye’de, Mısır’da, Ürdün’de ve diğer tüm Ortadoğu ülkelerinde diktatörlüklere açıktan itiraz etmiyordu…
İşte o akşam diktatörlerle ilişkilerimizi sorduk. Sayın Gül Yemen’de insan haklarının ihlal edildiğinden, Suriye’de hapishanelerde istenmeyen olaylar olduğundan, Mısır’da tek parti diktasından rahatsız değil miydi?
Cumhurbaşkanı tüm bunları sakin bir şekilde dinledi ve söylenenlerin tamamından haberdar olduğunu, aynı kaygıları kendisinin de taşıdığını, bizler gibi çok rahatsız olduğunu ifade etti. Sonra ise mealen şunları söyledi:
“Bu söylediklerinizin Türkiye olarak bizler de farkındayız ve hepsini, hatta daha fazlasını kapalı kapılar ardında söylüyoruz. 'Bu şekilde daha fazla gidemezsiniz, bu sorunlar bir yerde patlar' diyoruz. İnanın sizin şu söylediklerinizden çok daha fazlasını Yemen’de, Mısır’da, Suriye’de vs. başbakanların, devlet başkanlarının yüzüne ve son derece açık, sert bir şekilde söylüyoruz. Ancak bunları kamuoyunun önünde dile getirmenin, hatalarını her yerde söylemenin kimseye faydası yok. Dost acı söyler ama bunu doğru yerde söyler.”
**
Buna benzer sohbetlere Cumhurbaşkanının Suriye ve Ürdün gezilerinde de şahit oldum... Sayın Gül, Ortadoğu’da büyük değişikliklerin gerektiğini biliyordu ve bölge devlet başkanlarını büyük bir patlamaya karşı uyarıyordu. Ancak bunu yaparken Türkiye’nin gücünün de farkındaydı, bölge devletlerinin kendiliklerinden değişemeyeceğinin de... İşin kötü tarafı Gül, bölgeyi değiştirme gücüne sahip olan Batı’nın Ortadoğu politikalarının da yıkıcı yönlerini biliyordu... Bölgeyi yine bölge kurtaracaktı, ancak bunun için sabır, emek ve biraz da şans lazımdı...
***
Gerek Gül’ün, gerek Erdoğan’ın gerekse Davutoğlu’nun Suriye gezilerinde taraflar arasındaki samimiyet öylesine ilerlemişti ki bir resmi gezide Türk gazetecilerden biri Suriye Devlet Başkanı Esad’a “bu diktatörlüğe ne zaman son vereceksiniz” diyecek kadar ileri gitmişti… Esad’ın buna cevabı bir diktatörden beklenmeyecek kadar yumuşaktı: “herşeyin bir zamanı vardır. Suriye’nin biraz daha zamana ihtiyacı var”.
Sadece Esad değil, Suriye üst düzey yetkilileri de ülkelerinin bir diktatörlük olduğunu biliyorlardı ve bunu telaffuz etmekten korkmuyorlardı... Bir seferinde Esad’ın önemli isimlerinden biri, “evet diktatörlüğüz, ancak bizimkisi iyi bir diktatörlük, zamanla daha da iyi bir rejim olacağız” demişti…
2010 yılında Şam’da düzenlenen bir resmi yemekte ülkenin önemli işadamlarından biri ile aynı masaya düştük. Esad’a da yakınlığı ile bilinen bu işadamı yemeğin sonunda bana dönerek, “ne olursunuz gitmeyin, siz gidince Suriye eski haline dönüveriyor” dedi…
Esad ülkesini değiştirmek istiyordu, değişim yanlıları da ona ve Türkiye ile gelişen ilişkilere fırsat gözüyle bakıyordu. Ancak Şam'lı işadamının da dikkat çektiği gibi, Suriye'nin değişme gücü sınırlıydı. Eğer Türkiye-Suriye ilişkileri bir 10 yıl daha aynı hızla devam edebilseydi ve Türkiye Suriye'yi değiştirmek için daha ustaca yöntemleri uygulama imkanını bulabilseydi onların deyimiyle 'iyi diktatörlük' en azından 'kötü bir demokrasi'ye dönüşebilirdi. Ancak olmadı...
***
Kısacası, Türkiye o günlerde de bölge gerçeklerinin farkındaydı ve gerçekçi hedefler ile gerçekçi takvimler ortaya koyuyordu…
Ne Suriye, ne Yemen, ne de Mısır bir gecede demokratikleşemezdi… Evet hepsinde diktatörler hakimdi, ancak onların düşmesiyle birlikte yerlerine daha iyi liderler değil, kaosun ve iç savaşın geleceği de belliydi.
Dahası, Türkiye’nin gücü de ortadaydı. Türkiye mevcut ekonomik, askeri ve siyasi gücüyle henüz kurucu ülke olabilecek bir seviyeye ulaşmamıştı… Bu nedenle sabır ve durmaksızın çalışmak gerekiyordu. Ortadoğu ülkelerini siyasi konularda işbirliğine sokabilmek çok zordu. Bu nedenle ekonomik, sosyal ve kültürel işbirliği arttırılmalı, diyalog kanalları açılmalı, bu zemin üzerine siyasi işbirliklerine doğru yol alınmalıydı…
Ne yazık ki Arap Baharı bölgeyi tarumar etti… Arap isyanlarını çok iyi değerlendiren İsrail ve Batı’daki bazı unsurlar Ortadoğu’da eski düzenin daha acımasız bir şekilde kendisini yenilemesini sağladılar… Arap Baharı’nı kanaatimce eksik okuyan ve erken tavır alan Türkiye’nin bölgede kurmak istediği yeni düzenin temelleri kısa sürede yerle bir edildi…
Şimdi, Türkiye de bölge gibi büyük bir fırtınada adeta sürükleniyor… Bir yerde bu sürüklenmeye dur dememiz gerekiyor… Olaylara dışarıdan bakıp, önyargısız bir şekilde bölgeye yeniden fener olmamız gerekiyor… Aksi taktirde biz de, bölgemiz de daha büyük acılar yaşayacaktır. En kötüsü bölge halkları geleceğe dönük umutlarını kaybetmeye başlayacaklardır. Eğer biri dur demez ise Suriye ve Irak’ta yaşanan iç savaşların etrafa yayılması, hatta tüm bölgeyi kapsayan büyük bir iç savaşa dönüşmesi uzak bir ihtimal değildir…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.