Yüksek Yoğunluklu Savaş
Öcalan böyle söylemişti… “Yüksek yoğunluklu savaşa hazır olun”…
Avukatının ilettiği mesajda Öcalan, “sadece Rojava (Kuzey Suriye) halkı değil kuzey ve tüm parçalardaki Kürt halkının buna göre yaşamını şekillendirmesi gerekiyor. Bütün Kürt halkını topyekûn bu yüksek yoğunluklu savaşa karşı direnişe geçmeye çağırıyorum” demişti… (1)
Çok geçmedi, HDP halkı Kobani gerekçesiyle sokağa davet etti… Örgütün tüm şubeleri sokakta şiddeti örgütledi ve yönetti… Olaylarda 45 civarında insan hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı, işyerleri ve araçlar kundaklandı…
Olaylardan sonra bazı köşe yazarları olayların sorumlusunun PKK olduğunu, ancakÖcalan’ın masum olduğunu, hatta Kobani gösterilerinin Öcalan’a da darbe olduğunu iddia ettiler. O gün bu iddiaların tam tersini savundum, Öcalan ile Kandil arasında görüş farkı olmadığını, Öcalan’ın başından bugüne kadar şiddeti elinde bir araç olarak tuttuğunu ve hedefinin de ayrı bir devlet olduğunu ısrarla yazdım…
Bugün de aynı görüşteyim… Ve düşünüyorum, acaba Öcalan’ın bahsettiği ‘yüksek yoğunluklu savaş’ dönemine mi girdik?
MİSİLLEMELER DÖNEMİ Mİ?
Birkaç gün önce Kars’ın Kağızman ilçesinde PKK’lı teröristler hidroelektrik santraline saldırınca teröristlerle ilçe jandarma ekipleri arasında çatışma çıktı ve üç PKK’lı olay yerinde öldürüldü, bir terörist ise kaçmayı başardı…
Söz konusu santral son dönemde altı kez örgütün saldırısına uğramış… Herkesin bildiği üzere Çözüm Süreci denilen süreç boyunca örgüt, bölgedeki inşaat şantiyelerini, barajları ve bölgeye yatırım malzemesi taşıyan araçları taciz ediyordu, hatta zaman zaman işçi kaçırıyor, araç yakıyordu… Ne var ki Kobani olaylarına kadar güvenlik güçleri örgütün bu tür eylemlerine ses çıkart(a)mıyordu. Süreci bozarım korkusu polise, askere, jandarmaya, valilere ve belediye başkanlarına işlerini yaptırmıyordu… Kim ne derse desin, sadece dağlar değil, şehirler de PKK’nın fiili denetimi altındaydı…
Sözde mahkemeler, adam kaçırmalar, sözde vergi salmalar, örgütün flamasını sağa sola dikmeler ve Türk bayrağını yakmalar, sözde kaymakamlar ve valiler atamalar, Atatürk heykellerini ve okulları yakmalar ve sözde PKK şehitlikleri açmalar vs. yaygınlaşmıştı… Devlet, bu gidişe Mahsun Korkmaz Heykeli meselesinde bir miktar ‘dur’ dedi, o zaman da iki asker birden şehit oldu… Kobani protestoları nda ise hatlar adeta koptu… Bingöl’de şehit edilen iki polisi öldürdüğü öne sürülen 4 PKK’lı, güvenlik güçlerince öldürüldü. (2, 3)
Önceki gün ise, 25 Ekim günü ise PKK misilleme yaparcasına Hakkâri Yüksekova’da, çarşıda sivil kıyafetle gezen üç askeri arkalarından vurarak şehit etti. Askerlerden ikisi erdi, biri ise uzman jandarma çavuştu. Saldırgan PKK’lılar maskeliydiler… Saldırının Kağızman’daki öldürmelere karşılık yapıldığını PKK’ya yakın siteler duyurdular…
İşin aslı Yüksekova’da öldürülen askerlerin örgüt açısından bir öneminin olmadığı anlaşılıyor. Hedef, “siz kaç PKK’lı öldürürseniz biz de ayırt etmeksizin aynı sayıda askeri öldürürüz”… Üstelik örgüt, asker öldürmede zorlanmayacağını, sokakta gezen herhangi bir sivil askeri dahi vurabileceğini, bunda hiçbir etik sorun yaşamayacağını söylüyor. Kısacası devleti söyledikleri yapması yönünde tehdit ediyor, şantaja başvuruyor…
Bu, oldukça zorlu bir dönem. Demek ki güvenlik güçleri kaç teröristi etkisiz hale getirirse, biz de sokakta o kadar sivil-görevli askerin katledilişini seyredeceğiz...
Hiç şüphesiz bu durumdan çıkışın yolu sokaklara yeniden hakim olmaktır.
ÇÖZÜM SÜRECİNİ KİM İSTİYOR?
Yüksekova saldırısnın hemen ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan da demeç verdi ve“PKK Türkiye'de barışı istemiyor. Uzantısı olan parti de istemiyor” dedi.
İlginç olan, Sayın Erdoğan bir yandan PKK ve HDP’nin barışı istemediğini söyledi, diğer taraftan “çözüm süreci devam ediyor” dedi. Erdoğan ayrıca, “İmralı'nın olanlardan rahatsız olduğunu ‘Süreci bozmayın’ dediğini görüyoruz” dedi…
Başka bir deyişle Erdoğan da Öcalan'ın 'iyi PKK'lı' olduğunu, Kandil ve HDP'nin ise 'kötü PKK'lı olduğunu ima ediyor...
Doğrusunu isterseniz ben, Öcalan konusunda bu kadar iyimser değilim ve başta belirttiğim noktadayım…(4) Gelinen nokta Kandil'in değil, Öcalan ve Kandil'in birlikte ürettikleri ortak eseridir...
BAŞKALDIRI
Kandil, yani örgütün komuta merkezi hiçbir zaman görüşlerini saklamadı, hiçbir zaman silahları ve şiddeti bırakacağı izlenimini vermedi. Buna rağmen Kandil hakkında Türkiye'de oluşturulan iyimser hava ya temennileri gerçek sanmaktır, ya da Çözüm Süreci'ni devam ettirebilmek için yapılan bir imaj kampanyasıdır...
Kandil, şu sıralar on yıllardır yaptıkları mücadelenin en verimli kısmına geldiğini sanıyor... Yani 'zafer'e çok yakın oldukları kanaatindedeler... Buna göre Kuzey Suriye'de Kürt devleti çok yakın, kuzeyde, yani Türkiye'de ise halk ayaklanması yükseltilerek sürdürülmeli... Nitekim son günlerde güvenlik güçlerinin dinlemelerine takılan Murat Karayılan'ın telsiz talimatı şöyleydi.
"Halk kendisi hareket etsin, başkaldırıyı düşürmesin, başkaldırıya devam etsin. Toplumsal güçler ile mahallelerde kontrol sağlanmalı. Şehirleri değil, mahalleleri ele geçirsinler." (5)
Bu talimatın ilk etkileri Cizre'nin bazı mahallelerinde görüldü bile... Eğer Kandil bu politikasını derinleştirirse Kobani gösterilerinin süreklilik kazanması ihtimali yüksektir...
ÜST AKIL
Erdoğan’ın aynı demeçte değindiği bir diğer önemli nokta ise Kobani’de PYD’den daha üst bir aklın olduğunu söylemesi. Erdoğan’ın konuşmasını okuduğunuz zaman ABD’ye inceden suçlamaları ve üst aklın ABD olabileceği imalarını görebiliyoruz. Erdoğan, Kobani’nin bu kadar ön plana çıkarılmasından ve ABD ile PKK/PYD yakınlaşmasından rahatsız…
İşin aslına bakacak olursak, Kobani ve genel olarak Irak ve Suriye’de üst aklın, daha da doğrusu üst akılların savaştığını uzun süredir zaten biliyorduk ve ben de dâhil pek çok kişi bu gerçeği yazdı… ABD, İsrail ve Avrupa, bölgeyi çıkarlarına göre yeniden tasarımlamak istiyor. Aralarında ufak tefek nüanslar varsa da, nihai hedefleri yeni bir Ortadoğu…
Türkiye, bu oyunları maalesef yeterince hızlı ve zamanında okuyamadı. Batı, Suriye’de Türkiye’den çok daha farklı mülahazalarla hareket etti… Esad rejimi ve Bağdat konularında bir türlü geri vitesleri bulamayan Türkiye virajları da çok keskin aldı… Diğer taraftan PKK’yı Suriye’de oyalarım, umuduyla başlayan Çözüm Süreci, örgütün çok daha güçlü hale gelmesiyle ve daha fazla silahlanmasıyla sonuçlandı…
Türkiye, Mısır’da, Suriye’de, Irak’ta ve genel olarak Ortadoğu’da hem NATO müttefikleri ile birlikte hareket edemedi, hem de bölgesel ittifaklarını kaybetti. Bundan en çok faydalanan ise PKK oldu…
Doğrudur, Kobani’de en az bir üst akıl var… Kobani üzerinden PKK meşrulaştırılmaya, Türkiye ise daha önce belirlenmiş reçetelere mecbur bırakılmaya çalışılıyor… Ancak PKK’yı yönlendiren bu üst aklın sadece ABD ve Avrupa olmadığı da aşikâr. Türkiye karşıtları örgüte yardımcı oluyor, işi onu silahlandırma noktasına kadar götürüyor.
Emin olunuz bu üst akıllar içinde İsrail de vardır, İran da… Biri çıkıp Mısır veya Suudi Arabistan’ın örgüte silah yardımı yaptığını söylese inanın şaşırmam... Ya da bir gazete çıksa Kobani’deki PYD komuta merkezini Amerikalıların idare ettiğini yazsa buna şaşırmam… Aynı şekilde eğer İranlılar PKK’ya ‘Çözüm Süreci’ni sona erdir’ telkininde bulunuyorsa bu da kimse için şaşırtıcı olmayacaktır…
Dışarıda düşman sayısı bu kadar artınca kimin aleyhinize çalıştığını tahmin etmek zorlaşmaz... Ancak bu ülkelerden özellikle ABD ve İran'In gayretleri dikkat çekicidir. Birbirlerine hasım görünseler de, İran ile ABD'nin çıkar örtüşmeleri her geçen gün Türkiye'nin aleyhine gelişiyor. Çünkü her ikisi de stratejilerini Türkiye ile Kürt arasındaki farklılaşma üzerine bina ediyor...
İŞİMİZ ÖCALAN’A KALDIYSA
Demek istediğim Türkiye’nin dış politikadaki yaşadığı sorunların içerideki maliyetleri çok ağır bir noktaya geldi… Eğer Ankara yaşananları kontrolü altına alamazsa iç ve dış maliyetler daha da artacaktır…
Çözüm Süreci’ne dönecek olur isek, orada işler iyiden iyiye karıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan PKK ve HDP’nin barışı istemediğini söylüyor… Bu durumda süreç sadeceÖcalan’a kaldıysa işimiz çok zor demektir…
KİTAP TAVSİYESİ
Uzun süredir kitap tavsiyelerine ara vermiştik… Okurlar ısrarla soruyorlar, her yazıda kitap tavsiye etmemizi istiyorlar. Bu taleplere uyarak bugün okurlarımıza iki kitabı tavsiye etmek isterim… Bunlardan ilki Cihanşah Bahtiyar’ın ‘Ajan’ adlı kitabı. Bahtiyar, Şah dönemi İranı’nın son başbakanı Şahpur Bahtiyar’ın torunu… Bahtiyar 1979 İran devrimi’ne kızarak mollalardan intikamını önce CIA ajanı, sonra da Mossad ajanıolarak almaya çalışan bir kişi… Kitap hatıralarından oluşuyor ve Affectum Librisyayınlarından çıkmış… Bölgeyi anlamak adına ilginç bir kitap…
Tavsiye edeceğim diğer eser ise Robert D. Kaplan’ın The Revenge of Geography(Coğrafyanın İntikamı) adlı kitabı. Çalışma ülkelerin konumları ile çatışmalar arasındaki ilişkiyi ele alıyor. 2013 baskılı kitap henüz okumamış olanlar için son derece öğretici olabilir...
Kaplan'ın kitabında çok ilginç tespitler ve tahminler var... Bunlardan biri 353. sayfada şu şekilde yazılmış:
"Akdeniz ile İran platosu arasında güçlü-ama-kırılgan Baasçı Irak ve Suriye devlet yapıları çözülmeye devam ediyor. Yerlerine orta Suriye'den batı Irak'a doğru birSünnistan uzanıyor; bir Şiistan kuzey Lübnan'ın mezhepçi ile de ilişkili olarak kuzeydoğu Suriye'ye doğru yayılıyor; ve dağlarla parçalanmış bir Kürdistan, Türkiye'nin güneydoğusu, kuzeydoğu Suriye ve kuzey Irak'ı kaplayacak şekilde yayılıyor. Bu, devlet sınırlarının aşındığı, belirsiz sınırların daha bir geçerli olduğu ve artan bir şekilde bir coğrafyacının dünyası..."
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.