Çözümün Devamının Gereği (Ara Yazı 2)
Bir önceki yazımızda “çözümün faydalarını ve bittiğini ilan etmenin zararlarını” yazarken “Evvela akan kan durdu. İstisnalar kaide dışı olacak kadar azdır. Keşke onlar da olmasaydı. Ama çözüm biterse, bu azı da bulamayız. Bu sefer kan gövdeyi götürür. Ölen iki taraf da bu vatanın evlatlarıdır” demiş ve bu sözlere bir açıklama sunmuştuk, merak edenler oradan okuyabilirler.
Bu arada son Kobani olayları sırasında dökülen kanları göstererek “kanın durmadığını” söylemek, süreç öncesi geçen yıllar nazara alınırsa ne derece insaflı bir değerlendirme olur, okurlarıma bırakırım.
Ve bu açıklamanın ardından şöyle demiştik: “Kimse bize ‘laik TC uğruna ölenler şehit olur mu?’ diye gereksiz bir soru sormasın. Ama kendince gerekli görür de sorarsa, varsın sorsun, ona da bir cevabımız vardır. Ama gelecek yazıda.”
Şimdi o cevabı verelim, ama ona geçmeden önce hemen bir hususu belirtelim:
İbadetlerde kabul veya reddetme, sevap verme veya bir sebepten ötürü vermeme, tamamen Allah Teâlâ’nın işidir, biz ona asla karışamayız. Zahirde bizim “şehit” dediğimizi Allah Teâlâ öyle kabul edebilir veya bir günah, mesela Asr-ı Saadet’te bir örneği görüldüğü gibi bir gulül, yani ganimet malını çalma veya başka bir sebepten ötürü kabul etmeyebilir. Bu meseleyi akıldan çıkarmamak, bunu hep hesaba katmak lazımdır.
Sonuçta biz “zahire”, yani görünene bakar, işin “batınını”, yani iç yüzünü Allah Teâlâ’nın engin bilgisine havale ederiz. Din, aynı zamanda haddini bilmek, hududu aşmamaktır.
Bu tespiti yaptıktan sonra asıl sorunun cevabına gelebiliriz:
Evet, kimse bize “laik TC uğruna ölenler şehit olur mu?” diye sormasın. Bizim çocuklarımız Mehmetçikler Müslümandırlar ve hem bizi hem de vatanımızı korumak için şehit oluyorlar. Dikkat ediniz, “laik sistemi korumak için” değil, bizi, yani milletimizi ve vatanımızı korumak için savaşıyor ve şehit oluyorlar. Askere giden her nefere bilinçli Müslümanlar bunu öğretirler. Bu zamana kadar öğretmeyenler de bari bu yazıyı okuyunca öğretsinler. Zira ameller niyetlere göredir. Herkes niyetine göre değerlendirmeye tabi tutulacaktır.
“Laiklik” ve onu kabullenen “laik sistem” bu memlekete baskınla gelmiş, millet istemediği halde baskıyla devam eden fiilî ama ârizî bir durumdur. Bir gün geldiği gibi gidecektir inşallah. Fakat bu millet bu vatanda daimî kalacaktır inşallah. Evlatlarımızın verdiği savaş da asla “laiklik” için değil, “din, vatan ve millet” içindir. Böyle olduğu için de şehittirler.
Yok, eğer birisi kalkar da “din beni ilgilendirmez. Ben laiklik için savaşıyorum” derse, bizim verdiğimiz hükümden o istisnadır, hariçtir. Asla onu içine almaz.
Kimi dost kimi düşman kabul edeceğini bilmeden –ki bizim yazı dizimiz bunu öğretmek içindir ve bu yüzden çok önemlidir- teröristlerin tarafında olup da bizi bu soruyla susturacağını zanneden gafil Müslümanlar, asıl Kobani’de savaşırken ölen Marksist Leninist teröristlerin akıbetlerini, yani ölünce nereye gideceklerini söylesinler! Orada ölenler şehit midir? Marksist Leninist teröristlerden şehit olur mu? Bunu sorgulasınlar asıl.
Bu önemli mevzuya açıklık getirdikten sonra şimdi asıl konumuz olan “Çözümün Devamının Gereğine” devam edelim.
Çözüm sürecinin bir faydalı yanı da, olayların ister istemez doğurduğu duygusallığı kısmen kırarak akıllı ve mantıklı düşünmeye zemin açmasıdır. Doğru düşünmenin ortamını sağlamasıdır. Bu durum, bölgedeki STK ve halkın düşündüklerini özgürce ifade etmeleri ve güçlerini barıştan yana koymaları açısından da çok önemlidir. Sırf bu yüzden bile bu süreç sürdürülmelidir.
Bırakınız siz savaş baronlarının tamtamlarını, beceriksiz muhalefetin ne dediğini bilmezliğini, Paralel Yapının hükümeti yıpratma adına vatana ve millete zarar verme çabalarını, kendilerine kısmen de olsa kafa tutan ve yönünü kardeşlerine çeviren hükümete bozulan emperyalistlerin ve beynelmilel Siyonizm’in ayak oyunlarını. Onlar elbette barış istemiyorlar. Bu yüzden çözümün bir an evvel bitmesini can-u gönülden arzu ediyorlar.
Tamam, onları anladık. Fakat aklı başında kardeşlerimize ne oluyor? Onlar niye kan dökülmesini istiyorlar? İşte bunu anlamıyorum.
“Biz de istiyoruz, ama mümkün değil” diyenlere, “denemekte ne zarar var? Bırakın, gittiği yere kadar gitsin. Olmazsa, inceldiği yerden kopsun” deriz. Ne kafirlere, ne hainlere eyvallahımız yoktur.
Şimdi barış zamanı ise, kıymetini bilelim. Allah Teâla “Barış hayırlıdır” diyor. Bunun idarî, hukukî, ictimaî, iktisadî, ticarî, ilmî ve terbiyevî açıdan birçok yararları vardır. Bölgeye emniyet ve huzurun gelmesi, iş, emek, refah ve servet sağlar. Açlar doyar. İşsizlere imkân açar. Daha neler neler…
“Çözüm bitti” ilanı ile bütün bunları berhava mı etsin hükümet? Bu mu isteniliyor ondan? Bunun akıl, mantık ve menfaat neresinde? Ne hükümet, ne âkil adamlar, ne de halk bu zarar ve ziyanı asla istemez.
Ha, bu arada hükümet elbette kamu güvenliğini sağlasın, devlet ciddiyetini korusun, emniyet, asayiş ve huzuru getirsin. Eğer “çözüm bitti” ilanı ile maksadınız bunların temini ise, bunu söyleyin açıkça. Lafı dağ bayır dolandırmaya, suyu yokuşa sürmeye ne gerek var?