Kerime Yıldız

Kerime Yıldız

Def-i Hâcet Gününde Lâleli Baba’nın İkazına Kulak Verin

Def-i Hâcet Gününde Lâleli Baba’nın İkazına Kulak Verin

Singapur’un 2001 yılındaki teklifi ile her yıl 19 Kasım, Birleşmiş Milletler tarafından “Dünya Tuvalet Günü” olarak kutlanıyor.  Amaç, tuvalet ve sağlık ilişkisine dikkât çekmek.

Siz, siz olun, sakın ha ”Böyle bir gün olur mu?” demeyin. Yâni, def-i hâceti ciddiye alın.

Günün anlam ve önemi için tuvaletin târihçesinden falan bahsedecek değilim.

Def-i hâcet deyince, aklıma hemen Lâleli Baba gelir ve O’nun iki buçuk asır evvelden bugünlere seslenen kıssadan hissesi.

3. Mustafa Han, 1757 senesinde, devletin başına geçti. Her pâdişâh gibi o da saltanatının sembolü olacak bir selâtin câmisi yaptırdı. O zamana kadar, selâtin câmilerine, yaptıran pâdişâhın ismini verme geleneği vardı. Bu gelenek, Lâleli Câmisi ile bozuldu.

Şöyle ki;

Birgün, câmi inşâatını gezen Pâdişâh, methini işittiği Lâleli Baba’nın yanına uğrayıp sohbet etmeye başladı. Bir ara, dünyadaki en mühim şeyin ne olduğunu sordu. Lâleli Baba, “def-i hâcet” cevâbını verdi. Pâdişâh, bu cevaptan hoşlanmadı ve suratını astı. (Rivâyet muhtelif. Ben, surat asmayı tercih ettim.) Sonra, saraya dönünce, şiddetli bir kabıza yakalandı. Hekimler, bir türlü çâre bulamadı. Nihâyet, Pâdişâh hatâsını anladı ve Lâleli Baba’dan aman diledi. Lâleli Baba, câmiye kendi isminin verilmesi şartıyla affetti. Bir rivâyete göre, iyileşme karşılığında pâdişâhdan saltanatını istedi.  Pâdişâh râzı olunca, Lâleli Baba, câmiye adının verilmesini yeterli buldu.

Şüphesiz ki Lâleli Baba gibi bir veli, isim peşinde olamaz. Bu hâdise ile Pâdişâh’a, saltanatın sıhhatten kıymetli olamayacağı dersini verdi. Yâni, dedesinin;

“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi /Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” beyitini hatırlattı.

Bana göre, Lâleli Baba’nın vermek istediği asıl ders başkaydı ve Hünkâr, bu dersi aldı.

3. Mustafa Han, saltanatın ateşten gömlek olduğu yıllarda devletin başına geçti. Devrin sadrazamı Koca Râgıb Paşa’nın deyimiyle, Osmanlı “pençeleri sökülmüş aslan” gibiydi. Toprak kaybı, askerî ve iktisâdî gerileme, memlekette huzur bırakmamıştı.

Dışarıdan bakınca böyle olan devletin içi de çürümeye başlamıştı. Devlet kadrolarındaki ahlâkî gerileme, ciddi boyuttaydı. Rüşvet ve yolsuzluk çok yaygındı. Ulema, şer’i kurallara hassasiyet göstermediği için mahkemelerde adâletsizlik hüküm sürüyordu. Devlet, kendi eliyle zulüm yapıyordu.

Kısacası, devlet kabız olmuştu.

Bu çöküşü iyi teşhis eden Cihângir mahlaslı 3. Mustafa Han, şiirle derdini şöyle anlattı:

Yıkılupdur bu cihân sanma ki bizde düzele

Devleti çerh-ı denî virdi kamu mübtezele

Şimdi erbâb-ı sa’âdetde gezen hep hazele

İşimüz kaldı bizüm merhâmet-i Lem-yezel’e

Anlamı:

Dünya yıkılıp gitmektedir, bizde düzeleceğini sanma.

Alçak felek devlet çarkını aşağılık kimselerin eline verdi.

Şimdi saadet kapısında gezenler hep o yüzsüzlerdir.

İşimiz Allah'ın merhametine kaldı.

Pâdişâh, Lâleli Baba’nın ne demek istediğini anlamış olmalı ki Sadrazam Koca Râgıb Paşa ile el ele vererek, devleti iyiletirmek için ciddi tedbirler aldı. Sarayın giderlerini azalttı. Yolsuzlukların üzerine gitti. Ordunun ıslâhı için çâreler aradı. Ancak, aldığı tedbirler yeterli olmadı. Ömrü de vefa etmedi. Üzüntü ve kederden vefat etti.

Gördüğünüz gibi def-i hâcet, insan sağlığı için ne kadar lüzûmlu ise devletin sağlığı için de o kadar lüzûmlu.

Devletimiz, kabız illeti ile kıvranıyor.

Devlet büyüklerimiz, Lâleli Baba’nın iki buçuk asır evvelki îkâzına kulak vermeli.

Def-i hâcetin, makamdan mevkiden daha mühim olduğunu görmeli ve tatbik etmeli.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Kerime Yıldız Arşivi