Fatih’te Ramazan’lar bir başka güzeldi..
Ramazan’ı Şerif’e yeniden eriştiğimiz için Alemlerin Rabbi’ne hamd olsun!..Bu vesileyle Alem-i İslâm’ın mübarek Ramazan ayını tebrik ediyorum..
Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakçı’nın Fatih ve çarşamba civarında yaşayan Allah dostlarını ismen zikrettiği iki gün süren yazısını keyifle okudum.. O kıymetli şahsiyetlerin bazılarını ben de biliyorum ve hatırlıyorum.. Şu an hasta yatağında duaya muhtaç olan kıymetli babacığım Sabri özey, o muhterem zatlardan bize sık sık bahsederdi.. Sağ olsun, Yusuf Ziya Kavakçı Hoca da bizi yıllar öncesine götürdü ve tabiri caizse nostalji yapmamızı sağladı..
Ben de izninizle bugünkü yazımda 40 yıl öncesinin İstanbul’una gideyim... Doğup büyüdüğüm, çocukluk ve gençlik yıllarımı geçirdiğim Fatih’e şöyle bir uzanayım.. O yılların Ramazan’larını anlatayım sizlere..
Malta çarşısı geliyor gözümün önüne.. İftar vaktine yakın insanların koşuşturmalarını hatırlıyorum.. Sadelikten kopmamış, yapmacıklıkla henüz tanışmamış kişilerin yaşadığı bir zaman diliminden bahsediyorum.. Gerçekten bereketli yıllardı.. İnsanlarda belli bir kültür vardı.. Selam vermeden kimse birbirinin yanından geçmezdi.. Herkes birbirini tanırdı.. Damak tadı da vardı.. Şimdiki gibi sandviçle idare eden ya da hamburgere mahkum olan bir nesil yoktu..
Malta çarşısı’nda iki tane fırın vardı.. Fırıncılar, Ramazan’a mahsus özel pide çıkartırlardı.. Bazı zevk sahipleri de yumurtasını, pastırmasını, sucuğunu kendileri götürürlerdi fırına ve iftara yakın pidelerini alır evlerine giderlerdi.. Şekerci dükkanlarında birbirinden nefis reçeller, kavanozların içerisinde sıra sıra dizilirlerdi.. Hele de gül reçeli. Mis gibi kokardı mübarek!..
Bakkallarda mal doluydu.. Kuru fasulye dermason.. Nohutun en ekstrası.. Pirinçin, en alası.. Bir pilav olurdu ki ağızlara layık!.. O pilav, hele de “Urfa yağıyla” yapılmışsa!. Beyaz peynir Edirne, tam yağlı ve halis koyun!. Tulum peyniri Erzincan!.. Kaşar peyniri Kars!.. Tereyağ hakiki Trabzon!.. Kavurmalar koca tenekelere basılırdı.. Güllaçlar ise ayrı bir hava veriyordu Malta çarşısı’na!.. Kasaplar daha çok Trakya kıvırcığı satarlardı.. Tavuklar köylerden gelirdi.. Şimdiki gibi on dakikada pişen çiftlik yetiştirmesi yoktu.. Yumurtanın ise sarısı kırmızıya yakındı.. Ve daha neler neler!.
Devam edelim Ramazan muhabbetimize..
Ramazan, malum-u âliniz, bünyesinde rahmet, bereket bulunduran bir ay!.. Bütün ayların da sultanı.. çocukluğumuzda da, mübarek Ramazan’ın gelmesine günler kala heyecan başlardı.. Büyüklerimiz gibi biz de oruç tutacaktık.. Teravihe gidecektik.. Kısacası, rahmet ayı Ramazan’ın manevi ikliminde ibadetin lezzetine varacaktık..
Evimiz Fatih Camii’ne oldukça yakın bir yerdeydi.. Sırtını Darüşşafaka Lisesi’ne dayamış olan Salih Zeki Sokak’taydı.. Bir o kadar da Yavuz Sultan Selim Camii’ne yakındı.. Evimizin etrafında bir çok irili ufaklı cami vardı.. Mesela, Hırka-i Şerif.. Mesela; Pirinççi Sinan Ağa.. Kadıçeşme, Sankiyedim, Manisalı Mehmed Efendi, Emir Buhari, Akseki Mescidi, Dülgerzade, Kovacı Dede, Nişancı, Balipaşa, İsmail Ağa, Kumrulu Mescid ve diğerleri.. Bu camilerin hepsi evimize yürüyerek on dakikalık mesafedeydi..
Ramazan-ı Şerif’in unutamadığım güzelliklerinden biri de “teravih namazı”ydı.. Ramazan ayı başladığında önce Fatih Camii’nden başlardık teravih kılmaya.. Fatih Camii, tıklım tıklım olurdu.. üst tarafını hanımlar doldururdu.. Namaz aralarında ilahiler okunur, tekbirler getirilirdi.. Hele teravih sonrası hüşu içerisinde öyle bir dua edilirdi ki ağlamayan kalmazdı..
Fatih Camii’ndeki teravihlere birkaç gece devam ederdik ve ardından öteki camilere giderdik.. Hele bir sene hiç unutmam, otuz teravihi ayrı camilerde yaşamıştım.. Eyüp Sultan’da, Beyazıt’ta, Hırka-i Şerif’te, Nuruosmaniye’de, Sultanahmet’te, Valide Camii’nde, Yeni Cami’de, Dolmabahçe Camii’nde, Şehzadebaşı Camii’nde, Yahya Efendi’de.. Her camide ayrı cemaat.. Değişik imamlar, değişik müezzinler.. Unutulacak gibi değildi..
Ya Kadir Gecesi?. Onun tadı bambaşkaydı.. Yorgun ama huzurlu geçen o mübarek gecenin sabah namazını mutlaka Fatih Camii’nde kılardık!.
Fatih Camii’nde Gümülcineli Mustafa Efendi isimli bir baş imam vardı; zayıf, uzun boylu bir insandı.. Vakur bir kumandan edasıyla imam odasından çıkıp mihraba doğru öyle bir gidişi vardı ki, muhteşemdi..
Bir diğer imam da İsmail Efendi’ydi.. Karadenizliydi.. Beyaz sakallı ve nur yüzlüydü.. Uncu Kemal Efendi ara sıra Fatih Camii’nde teravih kıldırırdı ve fevkalade güzel bir kıraata sahipti.. Gönenli Mehmet Efendi’nin mihrapla minber arasında özel bir yeri vardı, orada vaaz verirdi cennetmekan!.. Yine Alasonya’lı Büyük Cemal Hoca ve adaşı Marputçular Cami İmamı Küçük Cemal Hoca, Fatih Camii Şerifi’nde vaaz verirlerdi.. Mehmet Ali Yıldız Hocaefendi de Fatih’in mühim simalarındandı.. Bulgaristan muhaciriydi Mehmet Ali Hoca!.. Kırcaali’dendi.. Alim ve fadıl bir zattı.. Müderris Ahmet Davutoğlu Hocaefendi’nin de ahiretliğiydi.. Babamla çok muhabbeti olurdu..
Ayrıca Davudi bir sese sahip olan Başmüezzin çürüksulu Hafız Fahri abiyi hatırlıyorum.. Hepsi rahmetli oldu bu insanların.. Halik-i Zülcelal hepsine ve tüm ölmüşlerimize rahmetler ihsan eylesin..
Daha sonra da Dağıstanlı Hafız Mehmet Kayan, Hafız Kazım Bayram, Hafız Şerif Duman, Hafız Mehmet Beşli, Hafız Ahmet Aktaş, Hafız Zekeriya Yıldız gelip geçti bu mübarek mabedden!.. Ve bu insanların hemen hepsi de baba dostuydu ve halen hayattalar.. Şu anda ise Ali Rıza Şahin ve Bekir Büyükbaş Hafızlar ve İmam Osman Şahin hizmete devam ediyorlar..
Yine dönelim o güzel ve unutulmaz yıllara..
Mahyalar bambaşka bir görünüm arzederdi.. Hikmetli sözlerle bezenmişlerdi.. Yalnız gecenin karanlığını değil, insanın ruhunu da aydınlatıyorlardı.. Cemaat, teravih sonrası evlerine dönerdi.. Kimileri ise cami etrafında bulunan kahvehanelere gidip sohbet ederdi.. Bu sohbetlerde öyle basit şeyler anlatılmazdı.. Alim seviyesinde insanlar konuşurdu.. “Söz bilirsen söz söyle, söz bilmezsen sükut eyle” felsefesi geçerliydi..
Hülasa; her şey usüle, edebe ve adaba uygundu.. Tabii o zamanki kıraathaneler şimdiki gibi oyun oynama merkezleri değildi.. Bunlardan biri de Darüşşafaka Caddesi’yle Haliç Caddesi’nin kesiştiği yerde bulunan ve içerisinde ibret dolu muhabbetlerin yapıldığı meşhur Hacılar Kahvesi’ydi.. Şimdi ise yerinde yeller esiyor..
İşte böyle değerli okuyucularım.. Sizlere aziz İstanbul’un en mutena semtlerinden biri olan Fatih’teki Ramazan’ları anlatmaya çalıştım..
Zira o Fatih, içinde pek çok Allah dostunun barınmasının yanı sıra, Hz. Rasulullah’ın (sav) da övdüğü bir kumandanın bizlere armağan ettiği şehrin kalbi!.. Onun içindir ki Fatih’te doğup büyüdüğüme özellikle şükrediyorum.