Özerkliğe Kasteden Mobeseler!
Aralık 2012’de başlatılan MİT - Öcalan Müzakere Süreci’nden beri “köpeksiz köyde değneksiz gezen” KCK, tehditlerine bir yenisini daha ekledi. Hükümetin teröristbaşı tarafından hazırlanan “müzakere taslağını” muhatap aldığını duyurmasından bir gün sonra yaptığı açıklamada, hükümetten bir an önce taslağa uygun şekilde adım atmasını, aksi takdirde, “müzakere taslağının” kamuoyuna açıklanacağı belirtti.
Her seçim öncesi “Siyasi iktidarın boğazını sıktığında elinden istediğini alabildiğini” defalarca ispat eden terör örgütü ve türevleri, yaklaşan genel seçim öncesinde de, siyasi iktidarın her türlü meşruiyetin ‘yegâne’ sebebi sayıp kutsadığı ‘seçim sandığı’ zafiyetini çok iyi değerlendirebilecek yeni yeni fırsatlar eline geçirdi!
Başta Sırrı Süreyya olmak üzere birçok HDP'li "müzakere taslağında özerklikte var" diyerek manevra alanlarını genişletmeyi başardılar! Müzakere masasına oturan taraflardan birinin üçüncü sınıf komplo teorisi diye hafife aldığı ve kamuoyu ile arasına mesafe koymaya çalıştığı, diğerinin ise kamuoyu ile paylaştırdıkça meşrulaştırmaya çalıştığı “özerklik” tartışmaları, "yerel yönetimleri güçlendirmek" ambalajıyla tekrar piyasaya sürülmeye başladı.
Ortalık bir anda karışınca, siyasi iktidar inkâra, HDP’liler ise "Biz özerkliği yerel yönetimin merkezi yönetim karşısında düzgün bir karar mimarisi olarak görüyoruz. Eğer özerklikle yönetiliyor olsaydık ne Soma ne de Ermenek'i yaşamazdık. Ankara'dan oraya ahkâm kesmeye kalkınca bunlar oluyor!" şeklinde “kuşdiliyle” konuşmaya başladılar.
Bir HDP'linin söylediği "Yahu hangi sokakta, nerede, ne kadar mobese olacağına Ankara karar veriyor" sözleri ise konuyla alakalı en ilginç ve çarpıcı açıklama oldu! HDP cenahının verdiği bu “mobese” örneği, merkezi yönetim ile yerel yönetimin düzgün karar mimarisini açıklamak için verilen basit bir örnekten öte bir anlam taşıyor! Dışarıya sızan bilgilere gören Öcalan ile kurulan yeni müzakere masasında hayli tartışmalara yol açan müzakere konularından biri…
Neden? Bilhassa “611 Ekim Olayları” (67 Ekim değil) sonrası mobeselerden (yüz tanıma ve plaka okuma özellikli) rahatsız olan KCK, şiddet ve yağmalama eylemleri sırasında bunların çoğunu imha etti. Suçluları yakalamak için mobese dışında zorunlu olarak kamera bulunduran esnafın güvenlik kameralarından faydalanan polis, birçok KCK’lıyı da bu sayede tutukladı. Olanlar ondan sonra oldu. KCK esnaftan kameralarını sökmelerini istedi. Sökmeyenlerin dükkânları yakıldı. Şu anda son 35 günde üç esnaf infazının gerçekleştirildiği gazetelere yansıdı. Anlayacağınız HDP'liler özerklik tartışmalarıyla ilişkili olarak ‘mobese’ örneğini boşuna vermiyor…
Peki, “teröristle mücadele edilir, müzakere edilmez” ilkesini hiçe sayıp elindeki silahını bırakmayacağını ilan ettiği halde hala terör örgütü ile müzakere sürecini yürütenler ne yapıyor? Madem "saha hâkimiyetini kaybettik bizde yukardan/havadan kameralarla izleriz" diyerek alternatif çarelere başvuruyor ve mobese işini devletin bölgedeki “son kalesi” haline sokuyor! Yani "denetim bizzat sahada" olur ilkesinin gereklilikleri yerine getirilemiyor, KCK ile sokaktaki Kürt vatandaşımızı ayırt edecek denetimin akışkanlığı tamamen ortadan kalkıyor!
Anlayacağınız mesele ‘mobese’ meselesi değil; “otorite kim olacak?” meselesi..! Son günlerde siyasilerin dillerinden düşürmediği “Kamu Düzeni” söylemi adeta mobese de somutlaştı. Hükümet maalesef bu konuda “Kamu Düzeni” kavramının sınırını zorlayacağı yerde özüne yaslanıp kalıyor! Çokça gri alan bırakıyor ve net olamıyor!
Hülasa,
Gelinen aşamada; “kamuoyundan ve milletten saklanması gereken bir muhteviyata ve “tehdit” potansiyeline sahip müzakere taslağı kamuoyuna deşifre edilse de, Çözüm Süreci’ni yürütenler neler çeviriyor bilsek!” dedirtecek şekilde “gayri şeffaf” yürütülen Çözüm Süreci, 62. Hükümeti vesayeti altına almış durumdadır!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.