Halime, Ertuğrul, Nergis
Osmanlı hakkında film veya dizi yapıldığında kaygılanıyorum. Yıllarca, ders kitaplarında peşin hükümlerle dolan zihinlerin, seyirci koltuğunda bir kez daha karmakarışık olması kaygısı benimkisi.
(Muhteşem Yüzyıl’ı hiç seyretmedim. Zihnime güvenmediğimden değil; Kânûnî’ye muhabbetimden)
Ertuğrul dizisini, târihçi gözüyle seyredince epey bir söylendim. Sonra, bu tarafımı susturup faydacı gözle baktım. Yıllardır, Hollywood yapımı filmlerdeki şövalyelere, krallara özenen gençleri düşündüm.
“Fetih 1453” filmi, çok eleştiri almıştı. Eleştirenler, gençler üzerindeki tesirini inceledi mi bilmiyorum. Ben inceledim ve şunu farkettim. Gençlerimiz, aslında, gurur duyacakları “cesur yürek” arayışında. “Oku, en iyi kim atar?” diye sorsanız, Robin Hood veya Hobbit’deki Legolas arasında gidip gelen bir gençliğimiz var. Atalarının nasıl savaştığını, nasıl ok attığını bir bilseler kendilerine gelecek ve elin yıkanmasını bilmeyen şövalyelerine özenmekten vazgeçecekler. Onlara bizim savaşçılarımızın eciş bücüş orglar olmadığını; savaşmayı da âşık olmayı da bilen alperenler olduğunu anlatan filmlere âcilen ihtiyâcımız var.
Alperenliği, şövalyeliğe alternatif olarak gördüğüm gibi bir yanlış anlaşılma olmasın. Kıyaslamam bile. Demek istediğim, batılı filmlerle bozulan zihinler, yerli filmlerle düzelmeli. Çünkü gençler, film seyrettiği kadar kitap okumuyor.
Ertuğrul-Diriliş hakkında yazılacak çok şey var. Yeri geldikçe yazacağım. Şimdilik, ilk bölümde dikkâtimi çeken bir sahneden bahsedeyim.
Yunan mitolojisindeki, Narsis’i(Narkissos) bilirsiniz. Narsis, çok yakışıklıdır. Bir su kenarında, su içmek için eğilince kendisini görüp kendi hüsnüne âşık olur. Narsizmin bencillik anlamı taşıması buradan gelir. Nergis çiçeğinin Narsis’den gelişi de bu efsâneye dayanır. Narsis, suyun kenarında kendini seyrede seyrede ölünce vücûdu nergis çiçeğine dönüşür.
Nergis boynu eğik bir çiçektir. Yunan penceresinden bakınca, kendisini suda seyrettiği için böyledir. Oysa bizde öyle mi? Klasik şiirimize göre, nergis âşıktır. Aşk sarhoşudur. Kâinata ibret nazarıyla bakan “mestâne göz”dür.
Dizi ile alâkasına gelince...Ertuğrul Bey su içmek için eğilince, suda kendisini değil, Halime’yi gördü.
Âşık odur ki her yerde sevgiliyi görür. Birinci bölümde, en çok bu sahne zihnimde yer etti. “Bu senaryoya bir âşığın eli değmiş.” dedim. Ertuğrul Bey’in Halime Hâtun’a olan aşkı, bu kadar mı güzel anlatılır?
13. yüzyılın alperenleri, sâdece cenk meydanında değil, gönül meydanında da er idiler. Allah yolunda cenk ederken de bir güzeli severken de edepliydiler.
Şimdiki nesil, aşkı Narsis gibi algılıyor. Aynaya bakınca mâşûğunu gören yok ama, “Aşkım” kelimesi ağızlarda sakız oldu. “Seni seviyorum.” sözü tenhada söylenirse kıymeti yok. Aşk ayağa düştü vesselam..
Bu sahne, gönlümü bir hoş etti. Aşk hikâyesi anlattığını zanneden senaristlere ibret olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.