Batı ve Ona Karşı İyi Niyetin Anlamı
Bazı politikacılarımız, bazı aydınlarımız o kadar çok batıya dair iyi niyet beslemektedirler ki, kendi evlatlarına bu yüzden kozlarını saklamakta, batı ile oturduğu her masada ise kozlarını açık etmektedir.
Oysa tam tersi olmalıydı.
Zaman zaman biz masum Doğu’lular, Batı’nın görünen bir takım iyi/makul/doğru prensiplerinden yola çıkarak onlardan bize dair planlarında da iyi-niyet arıyoruz.
Oysa bu eşyanın tabiatına aykırı. “Tanrı öldü” kararını verdikten sonra, onların bütün din ve medeniyet adına geliştirdikleri argümanlar aslında sadece kendi yeryüzü iktidarını koruma ve kollama aşkına dayanır. O yüzden hür türlü “şeytanî” tasarıma, stratejiye açıktır gönülleri...
Öteden -Hazreti İsa’dan- beri Batı, doğru mesajın kendi dünyevilikleri istikametinde nasıl çarpıtılabileceğinin coğrafyasıdır. Hep bölünmeler, çatışmalar üzerine kurgulanmıştır din ve siyaset eksenleri... Bizim gibi periferi ülkelerinde de bu iki kurum çatışmasını arzulamaları boşuna değildir.
İslâm “birlik” esası üzerinde kurgulanan bütüncül bakış açısıyla doğru mesajın yanlış yorumlanmasının da kapısını kapattığı halde; Batı, yine doğum yeri Orta-Doğu olan Musevilik ve Hıristiyanlık etiketine sığınmasına rağmen onlardaki doğru mesajın sürekli yanlış ya da kendince algılanma keyfiyetine dayalı bir bölünme-çatışma tarihi doğurmuştur.
Bu yüzden de tehdit algılamaları ve korku, onlarda güvenlik ve birlik stratejilerinin lait-motive’i olur hep...
Batı’nın son üç asırda büyük bir gelişme ortaya koymasında da bu bölünme-çatışma güdülemesi çok müspet tesir icra etmiştir. İsevilerin Roma devlet ve iktidar yapısıyla uzlaşması, burjuvazinin aristokrasiyle uzlaşması, şimdi de iki dünya savaşında dünya yüzündeki en büyük kan dökücülüğün –birbirleri arasında- yaşanmasına sebep olanların uluslar-üstü bir sistemi: AB’yi inşa etmesi, mesajın doğruluğundan çok kendince ona biçim verme iradelerinden ve bu bölünme-çatışma geleneğinden nefes almaktadır.
İslâm’ı ve Türklüğü Bıraksak
Protestanlığın bir iktisadi nizam, bir gelişme çizgisi ortaya koyduğu iddiasından bu yana bu diktatorya, bir takım çağdaş ilmî disiplinleri de kullanarak, bütün dünyayı kendi anlambilimi çerçevesinde düşünmeğe zorlamaktadır. İster istemez insanlık onların ördüğü düşünme kalıpları içinde kendilerini biçimlemektedirler. Bu da ister istemez tek medeniyet tezine doğru insanlığı sürüklemiştir, daha da sürüklemektedir. Alternatifsiz bir medeniyet projesi gerçekte insanlık için en büyük bir felakettir.
İnandığı değerleri sadece “etiket” olarak taşıyan, Tanrı’yı öldürdükten sonra bütün mesajları kendince biçimleyen Batı, asla bir Doğu’lunun meselâ bir Müslüman’ın mesajını başka insanlara ve toplumlara ulaştırma ve onlara karşı iyi niyet besleme hasletine sahip olamaz. Yani siz, Batı’ya deseniz ki; “biz bu dinden çok çektik, artık Müslüman değil de Hıristiyan olmak istiyoruz, Türk olmaktan da vazgeçiyor ve bundan böyle Fransız oluyoruz”, sizi yine kendilerinden saymaları imkânsızdır.
Cemil Meriç, “bütün Kur’an’ları yaksak, bütün camileri yıksak; Batı’nın gözünde biz yine Osmanlı’yız, Osmanlı yani İslâm” derken bu gerçeğe parmak basmıştı.
Dolayısıyla bugün Kıbrıs’ı da versek, zaten tartışmaya başladık, camileri de yıksak, Ayasofya’yı kilise de yapsak; Kopenhag kriterlerini fazlasıyla yerine getirsek, hiçbir Batı ülkesinde olmayan hakları da demokrasiyi de geliştirsek yine bizi kendilerinden kabul etmeleri mümkün değildir.
Batı’nın Derdi: Ne Kültür Aşılamak, Ne Medeniyet Getirmek
Zengin ülkeler, yakın gelecekteki muhtemel ekonomik ve sosyal çözülmenin biteviye bir çöküşü ateşleyeceğini bildiklerinden “köklü” tedbirlere başvurmak emelindedirler. Bu da elbette ki bütün “enerji” trafiğine hâkim olmaktan başlayarak yoksul ülkeleri başını kaldıramayacakları darboğazlarda kendi coğrafyalarında tutmak ve dünya yüzünde yeni ayrışmalar meydana getirmekten geçmektedir. Aksi takdirde, bir dünya barışı projesini samimiyetle isteyecek olan dünya güçlerinin yaşanan bu kadar çok paradoksu açıklaması beklenirdi. Yağmayı kendi ülkesinin başına gelebilecek en büyük felaket olarak çok iyi takdir eden sözde “koalisyon güçleri” niçin Irak’ta yağmaya - talana izin vermektedir?
Niçin Suriye’de rejim değişikliğini onaylamamaktadırlar? Niçin başkaca Arap ülkelerinde hiç hazzetmedikleri sistemler olduğu halde sırf menfaatlerine uydukları için onların düzenlerine ilişmemektedirler?
Bu bilinçli uygulama, işgal gücünün işgal ettiği coğrafyayı kendi değerlerinden de uzak tutma amacı taşıdığının bir göstergesidir. Petrol şirketlerinin temsilcileri yeni iktidarlarında yaklaşan global tehdidin şimdiki “pansuman” tedbirlerle alt edilebileceğine elbette inanmamaktadırlar. Ama bütünüyle hırslarının esiri olduklarını göstermemek için hâlâ geleneksel batı değerlerini temsil etme iddiasını da sürdürmeğe çabalamaktadırlar. Geçen yüzyılda yarım bıraktıklarını düşündükleri bütün dosyaları yeniden açmışlardır. Geçen asırda mevcut olan devlet sayısı iki mislini aştığı halde, dünyaya egemen devletlerin sayısında bir değişiklik olmamıştır. Hala yedi ülke söz sahibidir ve ülke sayısı her geçen zamana nispetle daha da artacaktır. Hedef kendi coğrafyalarında mümkün olabilen en geniş birlik meydana getirebilmek, periferide ise alabildiğine dağınık bir siyasal yapı üretebilmektir. Bu yüzden bir yandan bloklaşmalar artarken aynı zamanda ne kadar etni-site varsa diriltilmeğe ayrıştırılmağa çalışılmaktadır. Yeni yeni sosyolojiler icad edilmekte, yeni kimlikler daha doğrusu kimliksizleştirmeler körüklenmektedir. Kendi kimliğinden koparılan insanlar fikirler yerine figürlerin esiri kılınmakta, etiket yapıştırılarak gerçekte adı var kendi yok insanlar, değerler ve toplumlar ortaya çıkarılmaktadır.
Kısaca Batı, kendi varoluş temellerinin doğru mesajın keyfince kurgulanması üzerine bina edildiğini bildiğinden; kendi dışındakilerin de doğru MESAJ’dan doğru kurgular geliştirmemesi için kendinden uzaklaştırmaktadır.
Öyleyse sözde bu toprakların ruhunu kavradığını bilenler, bu iddiada olanlar ikide bir gâvurla aynı hülyalara dalıp gitmektedirler? İttifak peşinde koşmanın dışında, kendi evladına inanmayıp onların önüne koydukları uyum programlarını, her konudaki çözüm önerilerini pet diye uygulayabilmektedirler?
Mâziden:
Cemil Meriç, Attila İlhan’ı severdi. O’nun Hangi Batı kitabını okuyup rahmetli Seyfettin Manisalıgil’le Divan Pastanesine ziyarete gittik. Hayli konuştuk. Bir Cemil Meriç’ten dinledik Batı’yı, bir Attila İlhan’dan. Böyle kalemlerimiz kaldı mı? Şimdilerde doğuya pek fazla açtık yüzümüzü ama Batı’yı da bilmiyoruz, Doğu’yu da…
Dağarcık:
“…Bir eliyle Aristo’nun sakalını çekiyor, bir eli keşişlerin başlığında. Parmakları hem gizli kitapların sayfalarını karıştırıyor, hem Papa emirnamelerinin… Ruh-ül Kudüs adına, başında miğferi sağı solu bombalayan papayı görünce basıyor kahkahayı…”
Cemil Meriç
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.