Carl Schmitt’in Hayaleti Ankara Koridorlarında!
Yazan-çizen tâifenin insanların kanaatini değiştirme gibi bir misyonunun olmaması gerektiğini, en önemli amacının ise, hakikatin hatırını başka hatırlardan üstün tutup, “bilgi” ile “kamuoyu” arasındaki engellerin kaldırılmasına katkıda bulunması diye düşünüyorum. Gerçi ortalık “devlet sırrı” kılıfına sokulup bilgi edinme hakkının kapsamı dışında tutulan bilgilerden geçilmiyor ama mevzu ettiğim“bilgi”den kastımız “devlet sırrı” kapsamındakiler değil doğal olarak… Kastettiğim şeffaflıktır; aziz milletin lehinde ve aleyhinde gelişenlere vâkıf olması için azami gayret sarf edilmesi gerektiğidir! Bu sadece yönetilenin değil, yönetenin de yararına ve çıkarınadır.
Meramımı en güzel ve açık şekilde açıklayan Ak Parti Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Prof. Dr. Naci Bostancı hocanın kelamı ile takviye edeyim: “Bir iktidar; kendine epik bir söyle ve kutsal bir anlatım oluşturup kutsalla kendini tahkim ediyorsa, o kutsalın örtüsü altında her türlü çirkinliği yapabilir. Kitleler iktidar ilişkilerinin o karanlık, mahrem, bazen kutsallık atfedilen örtüsü altındaki alana ilişkin bilgi sahibi olmalıdır.”
Sürekli muhalif düzlemde yazıp siyasi iktidara “çakıyor” diyenlerin manevra alanını daraltacak bu zorunlu altyapı çalışmasından sonra yazımın asli konusuna gireyim:
Malumunuz; yıllardır darbecilerin meşruiyet gerekçesi olarak öne sürdükleri “TSK İç Hizmet Kanunu madde 35” değiştirilmiş ve silahlı kuvvetlerin vazifesi ile alakalı tanım“yurt dışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı” kalibre edilmişti! Yeni düzende “isabetli ve haklı” olarak askerin darbe meşruiyeti olarak sarıldığı muğlâk gerekçeler ortadan kaldırılmıştı. Lakin bu kez de “iç tehdit” karşısında silahlı kuvvetler devre dışı bırakılmıştı. Türkiye bunun bedelini, Çözüm Süreci’nin “sahte barış” atmosferine rağmen; PKK/KCK’nın, “Kamu Düzeni”ni ağır ihlalleriyle ve ülke bütününde yıldırma-sindirme şeklinde format kazanan kitlevi eylemlerini artırarak müzakere masasında pazarlık payını arttırmasıyla ödedi ve ödemeye devam ediyor!
Şu sıralarda benzer bir hataya düşülmek üzere! “Sessiz sedasız” bir şekilde, karmaşık hukuki ve teknik detayların içerisinde saklanarak yürütülen lakin muhalefetin MHP kanadının son anda uyandırılmasıyla “dillendirilen” bir gelişme var: Olağanüstü Hal ilan etme yetkisinin Bakanlar Kurulu’ndan alınıp, İçişleri Bakanlığı’na devriyle alakalı niyetlerin hayata geçirilmesi çabaları..!
Bu çabaların gerekçesini şunlara bağlıyorum: Başbakan Davutoğlu “6-11.Ekim Ayaklanma ve Yağmalama Eylemleri” sırasında polis-jandarmanın yetersizliği nedeniyle Çözüm Süreci zevale uğramasın diye devre dışı bırakılan Kara Kuvvetleri’ni sahaya sürmüş ve bölgedeki KCK etkinliğini devre dışı bırakmakta mühim bir katkı sağlamıştı. Sadece bununla yetinmemiş, MİT-Öcalan Müzakere Süreci’nin ağır-aksak işleyişine şerh koymuş, kamu düzeni politik düzeltmesini tam olarak beceremese de devreye almaya çalışmış, ret potansiyellerini yeri geldiğinde kullanarak “iktidar üretmeye” çalışmıştı…
Hülasa,gelinen aşamada; “Egemenlik” kavramıyla “olağanüstü hal” kavramı arasında yarattığı paralellikler üzerine temellendirdiği tezleri, çoğulculuğa ve parlamenter sisteme olan karşıt fikirleri ve hayli ses getiren dost-düşman denklemiyle siyasal düşünce ve hukuk tarihinin en tartışmalı figürlerinden biri olan Carl Schimitt’in (1888-1985) siyasi teolojisinin “tutkunları” ile “diğerleri” şeklinde siyasi iktidarın “karar alma” mekanizması ikiye bölünmüş durumdadır!
Bu ikiye bölünmüşlük, “kamu güvenliğini” ve “egemenlik haklarımızı” riske atacak yer değiştirmelere yol açmakta ve asli sorumlulukları gevşetmektedir!
Eğer Doğu ve G. Doğu’da kısmi olağanüstü hal ilanı yetkisi Bakanlar Kurulu’ndan İçişleri Bakanı’na devredilirse ve düşünülen düzenlemeler kanunlaşırsa, çok ağır olumsuz sonuçlar doğacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.