Lütfü Şehsuvaroğlu

Lütfü Şehsuvaroğlu

Hınk hınk hınk hınk deyiciler...

Hınk hınk hınk hınk deyiciler...

Her siyasetçinin bir hınk deyicisi, her mafya liderinin bir hınk deyicisi bulunur.

Hınk deyicilik nereden geliyor.

Asırlardır kahve içiyoruz.

Asırlardır cenk ediyoruz.

Viyana önünde bozguna uğramamız esbab-ı mucibelerinden biri de kahve düşkünlüğümüz.

Daha doğrusu Kara Mustafa Paşa’nın kahve düşkünlüğü İkinci Viyana kuşatması sırasında eğer daha ilk gün Viyana surları önüne geldiğimizde doğrudan şehre dalıp Akıncı Bozkurtların, başıbozuk alaylarının, kuzeyin amansız Tatarlarının coşmuş gaza aşkını frenlemesiydi  zafer iki gün içinde mukaaddderdi.

O ne yaptı? Bekledi. Stephan Kilisesi’nin altında büyük bir hazine var zannetti. Şehrin “aman” ile teslim alınmasını bekledi. İki ay sonra da Ramazan geldi. İftar çadırları, sahur çadırları derken akıncılar, tatarlar ve başıbozuklar civar köylerden ganimetlerini toplamaya başladılar.

Sobiyevski her bir elektörün, her şehir kralının üç bin, beş bin askerinin toplaya toplaya nihayetinde zor bela 50 bin kişilik bir şövalye kitlesi temin edebildi.  O sırada Viyana önünde duran bekleşen Türk nüfus 200 bini çoktan aşmıştı.

Anadolu’dan farklı meslekler de ordunun peşi sıra sökün etmişti. Daha da geliyorlardı. Berberler, nalburlar, okçular, tamirciler, duvarcılar, ekmekçiler, fırıncılar, kasaplar, vs…

Kara Mustafa, akıbetini tayin edecek o kuşatmanın son gününe kadar (iki manidar gündür mağlubiyet: 11 Eylül, 12 Eylül) iftar ve sahur sonrasında o çok sevdiği kahveyi höpürdetmeye devam etti. Yapılan onlarca lağımlardan girme teşebbüsü Viyana’nın direncini daha da artırdı.

Fırıncılar gece yarısı tünelden şehre girmekte olan yeniçerinin üstüne kızgın yağlar boşalttılar.

Avrupa’ya metroyu öğreten ve şehrin içine onlarca tünel kazanları perişan eden kahramanlar olarak tarihe geçtiler. 

Ajanlık yapıp Osmanlı hakkında şehre istihbarat getiren Polonyalı Yahudi sonunda 1684 yılında kraldan bir kahvehane açma yetkisi aldı. Ben Viyana’ya gittiğimde orada kahve içerim.

Bir köşede hüzünlenirim.

Kara Mustafa’nın çadırda yakalanan ve uzun yıllar Avusturya soylularına cariyelik – metreslik yaptıktan sonra Kont sevgilisinin karısı ölünce resmi karısı olarak Kontes olan Fatıma’ya da hüzünlenirim. İlk kocası Mustafa Viyana’yı alamamıştı ama o ileriki yıllarda Viyana’nın neredeyse yarısına yakınını yöneten bir emlâkçı olmuştu.  Daha kontes olmadan kontun bütün kumar borcunu ödemişti.    

Koca Mustafa Budin’de orduyu toplayıp tekrar belki bir yıl sonra Sobiyevskinin artık zar zor toplayabileceğine karşı kesin bir zafer elde edebilirdi. Ama saraydan gelen ulağa o boynunu uzattı ve yaptıklarının bedeli, tembelliğinin belki kahvenin cezası diye canını teslim etti. Maktul boynunu uzatırken “Osmanlı’nın halısı da kirlenmesin” deyip altından kaldırıp ilerisine itti. Ve rahatça sarayın talimatını uygulattı.  

A Ragıp Akyavaş bize büyük bir bozguna mal olan Viyana kuşatmasından sonra Viyana’da bir apartmanın alt katındaki küçük kahvehanede kahveyi nasıl ve hangi malzemeyle nasıl yaptığını anlatmıyor da Mısır Çarşısı’na getirip bırakıyor. 

O sırada Viyana’daki develerin yükünde tomurcuk kahvelere ele geçti. Ahmet bu sefer gerçekten zor durumdaydı.  Fakat hınk deyicileri el’an yanındaydı 

Hınk deyiciliği ne güzel anlatır Akyavaş:

“Kahvenin belli başlısı Mısırçarşısı’nın arkasında bulunurdu. Oraya hâlâ Tahmisçiler derler. Yani kahve kavurucular. Bunların pîri de Kurukahveci diye meşhur olan Mehmed Efendi idi. 

Gasıl ve muteber olan kahve değirmende filan çekilmezdi de taş dibeklerde döğülürdü. Kahve döğücüler güle kuvvetli kimselerden olurdu. Yarı çıplak bir halde dibeğin başına geçer, elinde pırıl pırıl parlayan kocaman bir hayvan eli gibi, daha doğrusu bir tanksavar topunun namlusuna benzeyen ağır çelik döğmeyi güb güb diye dibeğin içine indirip kaldırdıkça dükkânın camları zangır zangır sallanırdı. Çekirdek kahve bu dibeğin içinde ipek gibi olur, dibek kahvesi diye tiryakilerin hele

Ramazanlarda hayatı gider bayatı kalırdı. Kahve döğücüsü o ağır eli kaldırıp indirdikçe müsademenin şiddetinden göğsünün iman tahtaları arkasından tersane körüğü gibi muntazam fasılalı ve ahenkli bir ses çıkardı. Hınk, hınk, hınk… Bu hınk hınkların şiddeti kahvecinin şöhretiyle mütenasip olur ve kahvenin sürümünü temin ederdi.

Kahve döğücü de nihayet insandır, dizel motoru değil ki!.. Kuvveti kesilir, takatten düşer,  radyo gibi fennî veya gayrifennî  bir arıza yapar, tabiatiyle hınk hınkların da armonisi kesilebilirdi. İmdi bir taraftan döğücüyü aşka getirmek, diğer taraftan tiryakilerin iştahlarını kabartmak için Bartın yapısı gibi omurgası sağlam bir yardımcı tutulurdu. Bu yardımcının vazifesi kahve döğücünün yanıbaşında durup elindeki demir eli her dibeğe indirişinde hınk hınk diye şevke getirmek, gayretini artırmaktı.

İşte buna kahve dögücünün hınk deyicisi derler. Vazifesi sadece hınk demekten ibarettir.

Bu hınk deyicilik yalnız kahvecilere has bir şey değildir. Cemiyette her sınıf ve tabaka içinde bu neviden bir hınkçının bulunması âdet olagelmiştir. (A. Ragıp Akyavaş, Derken Efendim- Tarih ve Kültür Sohbetleri, II. Kitap S.132,133)

Gerçek lider ve devlet adamı istihbaratı, karşı kıyıları kollamayı, ürünleri değerlendirmeyi aklına getirmeden, yarınının planını yapmadan ağzını açmaz. Üç dinler bir konuşur. Öyle olmak icap eder.
Hınk hınk hınk…

Maziden

Viyana’da 1684 açılış tarihli kahvehane. Türk tarafından istihbarat getiren adama kahve ama izni vermişler. Viyanalılar kahveyi deve yemi zannetmişler ve denize dökmeye karar vermişler. Çaşıt demiş ki: “bunu bana verin kralım zira ben çok haber getirmiştim.” 
Kral vermiş izni ve kahveyi… İşte 1684 yılında açılan kahvehane…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Lütfü Şehsuvaroğlu Arşivi