Cemaatin Önü Ve Sonu
Geçen yazımızın sonunda “Üstü örtülü anlatayım” demiştim. Üstü açık anlatılmaz ki. Biz zamanında azıcık üstü açık anlattık da gördük, yazdığımız gün yorumlarda yediğimiz hakaretler bir yana, beş altı sene sonra sevdiğimiz ve sevildiğimizi sandığımız kimi insanların bütün nezaket kurallarını hiçe sayarak kendi mekanlarında biz misafirleri iken nasıl saldırganlaştıklarını, cehaletleri dillerinden dökülürken bizi cehaletle itham ettiklerini yaşadık. Yazdığımıza “yanlıştır” demiyorlardı. “Niçin yazdın?” diyorlardı. Seviye bu maalesef.
Neyse, gelelim asıl maceraya. Aslında bu konuları daha önce de yazdım, ama yayınlamadım. Fayda yerine zarar vereceğine inandım. Nitekim doğru düşündüğümü da yaşayarak gördüm. Maalesef pislikleri halının altına ata ata hanelerimiz “çöp eve” döndü. Şimdi ben azıcık açayım meseleyi. Ne netameli bir konudur, siz de görüp takdir edeceksiniz.
Akıllı, zeki, gayretli bir insan çıkıyor. Bin bir zorluklarla ilim tahsil ediyor, edep tahsil ediyor. Sonra bir yer seçiyor kendisine. Başlıyor “din, iman, ahlak, ümmet, devlet, cihat” diyerek çalışmaya. Derken etrafında bir cemaat oluşuyor zamanla. Hemen bir dernek veya vakıf kuruyorlar. Bunu gören zengin fakir Müslümanlar, muhafazakar belediyeler, iş adamları, tüccarlar zekâttır, sadakadır, sevaptır diyerek onlara yardım ediyor. Derken yurtlar, yuvalar, okullar, medreseler, tekkeler açılıyor. Ortalıkta güzel işler oluyor.
Ama bu arada başka şeyler de oluyor. Nasıl mı?
Artık o gariban hizmet eri gidiyor, yerine paralara, binalara, insanlara hükmeden bir “büyük patron”, pardon “büyük insan” geliyor. Artık adamın kendisinin, yavrularının lüks daireleri, son model arabaları oluyor. Olacak tabi. Aç ve açıkta kalacak değil ya. Madem dine ve insanlara hizmet ediyor, madem insanlar gönüllü veriyor, oraya vermeseler nereye gidecek ki, ya israfa, ya harama, öyleyse helali hoş olsun.
Ama bu arada başka şeyler de olmaya başlıyor. Ne gibi mi?
Yavaş yavaş adamdan tevazu gidiyor, istişare gidiyor, başkalarına itibar ve hürmet gidiyor, yerine kendini beğenmiş, gururlu, kibirli, el etek öptüren, öpmeyenleri sevmeyen, kimseye değer vermeyen, kimseyi ziyaret etmeyen, herkesi kendine bekleyen biri geliyor. Sevgili Peygamberimizi örnek alarak bir kafirin, bir fasığın, bir mücrimin yanına gidip de ona tebliğ yaptığı görülmemiştir. O insanlara gitmez, ona insanlar gelir dedik ya…
Cemaati de yavaş yavaş adama benzemeye başlar. Onlara göre “kendi adamları alimdir, velidir, şeyhtir, hazrettir, gavstır, kutuptur, kutbul aktaptır, müceddittir, kuddise sırruhtur.” Tam bir “tipik zamane cemaati” oluyorlar. Mesela efendi hazretleri artık yalnız bir yere gitmez. Cumhurbaşkanı veya başbakan gibi önünde ve arkasında yürüyen adamlar vardır. Arabaya binerken kapılar açılır, kapanır. Arka koltukta bir kral gibi oturur. Göstermelik bir tevazu ve tebessüm, ama her şeyi dikkatle değerlendiren bir nazar vardır. Hele bir nezaket göstermesinler bakalım, görürler babalarının damını…
“Nerden biliyorsun?” demeyin, siz görmüyor musunuz bunları?
Ben nicelerini gördüm bunların. Dahası var; yine bunlar onların yanında sulu nimet, hatta iyi sayılırlar. Maalesef daha da kötüleri, daha da zararlıları vardır.
Nasıl mı?
Gelecek yazıya kalsın bari.