Bir Papa Hindi
“Yılbaşını kutlamak” neresinden bakılırsa bakılsın, hayli tuhaf doğrusu. Bunu yapanlar da öyle. Kutlama adı altında yapılanlar öylesine saçma ve içi boş ki neresinden tutsanız elinizde kalıyor.
Tuhaflık, yılbaşıcıların yılların yitip gitmesini kutlanacak bir şey olarak görmelerinde başlıyor. Zira bu dünyalarda yılların hızla geçip gitmesi bitişin, yok olup gitmenin ve toprağa karışıp heba olmanın adıdır.
Aynı şekilde bu tükenişin güçlü birer işaretçisi olan kırışmak, buruşmak ve yaşlanmak da kaçınılan ve istenmeyen kötücül olgulardır. Bunlar hedonizmi dibine kadar benimseyen, hayatı, eğlenmek ve kâm almak için bir kereliğine verilmiş bir şans olarak gören, günlerini de bu çerçevede vur patlasın, çal oynasın modunda geçiren kimselerdir. Bunlardan biri bir zamanlar şeytana tercüman olmuş, “Biz dünyayı çok sevdik, ölüm bizden uzak olsun” diye bir şarkı yapmıştı.
Bu kabil insanların dünyasında ölüme yer yoktur. O yüzden hayatın her anında ondan olabildiğince uzak olmaya çalışmalıdır. O yüzden ölümü hatırlatabilecek her şey, saçların ağarıp dökülmesi örneğin ya da yüzün buruşup kırışması, hayatın lezzetini azaltan ve bu yönüyle görülmemesi ya da görüldüğü yerde yok edilmesi gereken birer felaket addedilmiştir.
Bu anlayış(sızlığ)ın temsilcileri o yüzden şehirleri kentleştirmiş, mezarları ve mezarlıkları da kentin dışına taşıyarak ölümü, hayatın olabildiğince dışına çıkarmaya gayret etmiştir. Bu konuda terazileri de o kadar hassastır ki birine yaşını sormak da, “yaşlanıyorsun” demek de ayıp kabul edilmiştir. Bu hassasiyet, ölüm karşıtı lobinin kelime üretmedeki yaratıcılığını(!) harekete geçirmiş ve literatüre “yaşlanmak” yerine “yaş almak” deyimini kazandırmıştır. İşte tüm bunlara rağmen tuhaf ve trajik olarak yılbaşı kutlamaları da yine bu insanlar tarafından sahiplenilmekte, sınırsız ve ölçüsüz eğlencenin önemli bir fırsatı olarak değerlendirilerek kutlanmaktadır.
Hayatını ölümü unutma -ve hatta unuttuğunu da unutma- mücadelesi olarak konumlandıran kimselerin normal şartlar altında yılbaşını kutlamak yerine oturup ağlaması gerekir. Çünkü hayatından eğlence ve hazla geçirebileceği koca bir yıl daha eksilmiş, lezzetleri acılaştıran yaşlılık ve ölüme doğru bir yıllık önemli bir mesafe daha kat edilmiştir.
Ancak pratikte uygulamanın tam aksi yönde gerçekleşmesi, ancak ve ancak “inkar”ın etimolojisiyle açıklanabilir. Yılbaşı kutlamacıları, kim bilir belki de bu çılgın kutlamalarla mezarlıkta korkudan şarkı söyleyen adam misali, tükenişe doğru hızla akıp giden yıllarının acısını ve hayatın en büyük iki gerçeği olan iman ve ölümü örtmeye, ötelemeye, perdelemeye çalışıyor.
Dışarıdan bakınca durum daha da karmaşık ve hatta daha da komik bir hal alıyor. Biz fazla ayırdında değiliz belki ama Türkiye ya da Türk dendiğinde ortalama Avrupalının aklına İslam ve Müslümandan başkası gelmez. Avrupa’da bulunduğum yıllarda kadınların araba kullanması üzerine konuştuğumuz bir gün birlikte çalıştığımız Polonyalı iş arkadaşım bana dönüp “Türkiye’de kadınların araba kullanması yasak değil mi?” diye sormuş, aldığı cevaba da hayli şaşırmıştı.
İslam’ın Türkiye’den silinmek istendiği 28 Şubat’ın tüm hızıyla sürdüğü günlerde gittiğim Avrupa’da ilk dikkatimi çeken şeylerden biri de medyada Türkiye’ye ilişkin her haberin mutlaka ama mutlaka bir cami fotoğrafı ile servis ediliyor oluşuydu. Avrupalının bize bakışı bu şekildeyken bizim şehirlerimizde her yılbaşında Avrupa’yı hiç de aratmayan görüntüler sergilenmesi, tek kelimeyle trajikomik olsa gerektir. Kaldı ki çam ağaçlı ve Noel babalı kutlamaların Hıristiyan geleneğindeki yeri de tartışmalıdır. Bu kutlamaların Hıristiyanlık öncesi Pagan toplumlarından kalma birer gelenek olması bir yana diğer yönüyle yılbaşı gecesiyle de hiçbir alakası bulunmamaktadır.
Bizde 31 Aralık’ta yeni bir yıla girişin kutlaması olarak gerçekleştirilen uygulamalar, Katolik Avrupa’da 24-25 Aralık’ta, Ortodokslarda ise 6-7 Ocak tarihlerinde Hz. İsa’nın doğumunu anmak üzere kutlanan bayramın adıdır. Yani onların tüm bu kutlamaları, Hz. İsa’nın doğumu vesilesiyle gerçekleştirilir, yeni bir yıla girmenin sevinci ya da heyecanıyla değil.
Eline geçen her fırsatta muhafazakar Anadolu insanını gericilik ve cahillikle suçlayan sonra da oturup yılbaşını kutlayanlar, aslında zımnen kendi özlerinden ne kadar uzaklaştıklarını, kendi toplum ve değerlerine ne kadar yabancılaştıklarını, “Türk” denildiğinde aklına Müslümandan hem de dinine dört dörtlük bağlı bir Müslümandan başkası gelmeyen Avrupalıların gözünde komik duruma düşerek ortaya koymaktadır.
Hülasa, modernlik ve çağdaşlık adına Avrupalıyı gözleri kapalı taklit etmeye kalkışıp onu dahi beceremeyerek yaranmaya çalıştığı Avrupalının gözünde daha da küçülebilmek, ancak kendi “ruh kökü”ne yabancılaşmakla düşülebilecek bir komik durumdur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.