Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Vefatının 40. yılında Arif Nihat Asya

Vefatının 40. yılında Arif Nihat Asya

İlk genç­lik yıl­la­rı­mız­da, saf bir ha­ma­set dün­ya­sı­nı te­ren­nüm et­ti­ği için gir­miş­tik onun şi­ir dün­ya­sı­na.

Bay­rak şii­ri, ne­sil­ler bo­yun­ca söy­le­nen şi­ir­ler­den bi­ri­dir. Bi­ri­ne “İs­tik­lal Mar­şı­’n­dan son­ra­ki şi­ir­le­ri say.” de­se­niz, ilk ak­lı­na ge­le­cek şi­ir Bay­rak şi­iri­dir. Bu şii­rin ca­zi­be­si, sa­de­ce du­ru, te­miz ha­ma­set de­ğil­dir; renk zen­gin­li­ği, yük­sek ide­al do­za­jı ve li­rizm açı­sın­dan da sağ­lam bir me­tin ol­ma­sı­dır. Şi­ir da­ha ba­şın­da, ma­vi, be­yaz ve kı­zıl ren­le­rin cüm­bü­şüy­le baş­lar, iki kıy­met­li de­ğe­re, kız kar­de­şe ve şe­hi­de ge­çer. Kız­kar­deş... Ko­run­ma­sı ge­re­ken na­ze­nin... Ve onun ma­su­mi­yet sem­bo­lü ge­lin­lik... Şe­hid...  Ül­ke için, na­mus için, o kız kar­de­şin na­mu­su için öl­mek... İki­si­nin ara­sın­da­ki or­tak yön, iki­sin­de de bay­ra­ğın mer­kez ol­ma­sı.

Bay­rak şi­iri­ni da­ha uza­ta­bi­lir ve “Yer yü­zün­de yer be­ğen/Söy­le se­ni ora­ya di­ke­yim!” mıs­ra­la­rıy­la bi­ti­re­bi­li­riz. 

Na­sıl M. Aki­f’­i İs­tik­lal Mar­şı, Ça­nak­ka­le ve Bül­bül şi­ir­le­riy­le an­mak, kos­ko­ca­man Sa­fa­ha­t’­ı gör­me­mi­ze en­gel olu­yor­sa, Bay­rak şii­ri de Arif Ni­ha­d’­ın di­ğer şi­ir­le­ri­ni ma­ale­sef göl­ge­de bı­rak­mış­tır. 

Arif Ni­had, ge­rek li­rik, ge­rek ta­sav­vu­fi ve ge­rek­se hi­ke­mi pek çok şi­ir söy­le­miş­tir. Me­se­la ben, her­şe­yin kon­trol­den çık­tı­ğı kao­tik or­tam­la­rı izah et­mek için onun,
Kı­lı­cın bu pa­tır­tı­da
Ağ­zı da ke­ser sır­tı da
bey­ti­ni zik­re­de­rim hep. 

Kla­sik şi­ir­de­ki na­at­le­ri de az çok bi­len bi­ri­yim. Bun­la­rın en gü­ze­li­nin Fu­zû­lî­’nin “Su ka­si­de­si­” ol­du­ğu­nu da bi­li­rim ama bu­na ilâ­ve­ten bir şey da­ha bi­li­rim ki, o da Arif Ni­ha­d’­ın  na’­ti, bü­tün Türk ede­bi­ya­tı ta­ri­hin­de, en acı, en faz­la ru­hî arın­ma­ya ve­si­le olan, ses ör­gü­sü en gü­zel na­’t’­tir. “Sec­ca­den kum­lar­dı­” mıs­ra­sı... Ye­tim­ler Ye­ti­mi’nin, fa­kir­li­ği övün­cü ola­nın hâ­li, iki ke­li­me ile an­cak bu ka­dar ve­ciz ve et­ki­li bir şe­kil­de ifa­de edi­le­bi­lir­di. 

Mi­ma­ri­si, gü­ver­cin­le­ri, kan­dil ak­şam­la­rı ve o ak­şam­lar­da oku­nan su­re­le­ri şi­ir­leş­ti­rir­ken Arif Ni­had, mıs­ra­la­ra ke­li­me­le­ri dök­mez, yü­re­ği­ni se­rer:

Kon­sun -yi­ne- per­vaz­la­ra gü­ver­cin­ler,

“Hû hû­”la­ra ka­rış­sın âmin­ler...

Mü­ba­rek ak­şam­dır;

Ge­lin ey Fâ­ti­ha­lar, Yâ­sin­ler!

O Efen­di­ler Efen­di­si­’ni an­la­tır­ken Tür­k’­ün İs­lam ta­ri­hi­ne kat­tı­ğı zen­gin­lik­le, ilâ­hî dü­şün­ce­nin da­mar uç­la­rı­na ka­dar nü­fuz et­me­si­ni dil­len­di­rir. Tek­bir ve se­lat-ı Üm­mi­ye bes­te­le­riy­le It­rî, Ku­r’­an oku­yan ev­li­ya­ul­lah, Ku­r’­an’­ı en gü­zel ya­zan­lar­dan Ka­yış­za­de Os­man, na’­tiy­le Şeyh Ga­lip, Mev­li­d’­iy­le Sü­ley­man Çe­le­bi, mi­ma­ri eser­le­riy­le Si­nan, Arif Ni­ha­d’­ın na’­tin­de bir me­de­ni­yet zin­ci­ri ola­rak yer alır: 

Yü­rek­ler­den taş­sın

Yi­ne, iman­lar!

It­rî, bes­te­le­sin Tek­bî­r’­ini;

Ev­li­yâ, oku­sun Ku­r’­ân’­lar!

Ve Ku­r’­ân-ı göz nû­ruy­la ço­ğalt­sın

Ka­yış­zâ­de Os­ma­n’­lar

Na­’tı­nı Ga­lip yaz­sın,

Mev­li­d’­ini Sü­ley­ma­n’­lar!

Sü­tun­la­rı, ke­mer­le­ri, kub­be­le­riy­le

Ge­ri gel­sin Si­na­n’­lar!

O’­nun has­re­tiy­le ge­çen yıl­la­rın acı­sı­nı şöy­le di­le ge­tir­miş­ti Arif Ni­had:

Gel, ey Mu­ham­med, ba­har­dır...

Du­dak­lar ar­dın­da sak­lı, 

Âmin­le­ri­miz var­dır...

Hac­dan dö­ner gi­bi gel;

Mi­’râ­c’­dan iner gi­bi gel;

Bek­li­yo­ruz yıl­lar­dır!

Bu na­’t ya­zıl­dı­ğın­da, Tür­ki­ye­’de din adı­na ne var­sa ya­sak­lan­mış­tı. O ya­sak ka­ran­lı­ğın­da par­la­yan bir yıl­dız gi­biy­di bu şi­ir. Her­kes sus­tu­rul­muş­ken, yü­re­ği­ni or­ta­ya ko­yup çığ­lı­ğı­nı yük­sel­ten bir şa­ir­di Arif Ni­had. 

Maa­rif ve­ki­li Ha­san Âlî, Ma­lat­ya­’da Arif Ni­ha­d’­ı tef­tiş edi­yor ve bir ara “Ne bu pa­ça­la­rın­da­ki ça­mur?...” di­ye mil­le­tin için­de şai­ri azar­la­ma­ya kal­kı­yor. Sö­zü­nü hiç kim­se­den  sa­kın­ma­yan Arif Ni­had, ba­ka­na, “Se­nin ağ­zı­nın be­nim pa­ça­la­rım­da ne işi var?...” di­yor.

İş­te bu Arif Ni­had 7 Şu­bat 1904 gü­nü doğ­muş­tu ve 5 Ocak 1975 gü­nü, ya­ni bun­dan tam 40 yıl ön­ce bu­gün; o çok sev­di­ği Ada­na­’nın kur­tu­lu­şu gü­nü,  Hak­k’­a yü­rü­dü. Se­ven­le­ri­ne  ha­tır­la­ta­lım is­te­dim.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Prof. Dr. Namık Açıkgöz Arşivi