Fransa’daki olay üzerine
Bu ilk değil; son da olmayacak. Artık herkes biliyor ki bunlar spontan gelişen olaylar değil. Küresel etkiler oluşturacak bir eylem planlıyorsanız, muhtemel sonuçlarını öngörerek adım atmış olmalısınız. Sanmayın ki mahut dergide çıkan karikatür, dergide çalışan herhangi bir çizerin, tamamen kendi inisiyatifi ile masa başına oturup aklına geleni resmedivermesinden ibaret anlık bir kararın neticesi. Özellikle de daha önceki benzerlerinin yol açtığı sonuçlar ortadayken… İslam Dünyası üzerinde küresel etkiler oluşturacak planları olanlar, Müslümanların "keşf edilmiş zayıf noktaları"nı değerlendirerek hamleler yapıyor. Mukaddeslerine saldır, kışkırt, alay et, aşağıla; sonra da birileri öfkelerini tutamayıp mukabele ettiğinde dünyayı ayağa kaldır! Bunun adı en hafifinden "alçaklık"tır!..
Meseleyi birkaç farklı veçheden şöyle değerlendirebiliriz:
1. Batı(lılar) açısından: Son birkaç asırda dünyanın altını üstüne getiren, sömürü ve işgalin her türünü acımasızca ve ahlaksızca sergilemeyi kendine hak bilen Batı, yeryüzünde -doğrudan ya da dolaylı olarak- mağdur ve mazlum durumuna düşürdüklerinden en sert karşılıklar görmeyi hak etmiş durumda. Adına "kalkınma/ilerleme" dedikleri bu noktayı, küresel çapta acımasızca uyguladıkları sömürü ve köleleştirme politikalarına borçlular. Batı, dünyanın geri kalan kısmına, özellikle de Müslümanlara büyük özürler borçlu. "Öteki dünya"da altına imza attıkları binbir zulüm yanında, gerek ülkelerinde azınlık durumunda bulunan Müslümanlara karşı sergiledikleri ikiyüzlü politikalar, gerekse Batı dışı coğrafyalarda -Filistin'de, Myanmar'da Irak'ta, Suriye'de…- sergilenen zulümleri tasdik ve teşvik etmeleri, mazlumun ahının hedefi olmaktan kurtulamayacaklarının ifadesidir. Kısacası Batı rüzgâr ekmiştir/ekmektedir, fırtına biçecektir/biçmektedir.
2. İslam Ülkeleri açısından: Ümmetin ensesinde boza pişiren despot yönetimler, kendi halklarına karşı Batılıların zulmünü aratmayacak gaddarlıklar sergilediler. Batılı efendilerinin her emrine temenna eden "köle hükümdarlar", Ümmet'i kendi vatanlarında nefes alamaz duruma getirdi. Kaynaklar şahsî ve ailevî ikballer uğruna alabildiğine keyfî biçimde israf edilirken, Ümmet'in aslî değerlerine savaşlar açıldı, kıyımlar yapıldı. Bunun sonucu olarak milyonlarca insan, çareyi "özgürlükler diyarına" göç etmekte buldu (ki, ben bunu "Ümmet'in düştüğü en büyük handikap" olarak gördüm hep). Batı'ya gidenleri "kaçkınlar, işe yaramazlar, baş belaları" olarak gören İslam ülkeleri yöneticileri, o insanların oralarda ne yaptığıyla, nere sürüklendiğiyle hiç mi hiç ilgilenmedi. Avrupa'ya, Amerika'ya giden bir avuç Ermeni oralarda güçlü lobiler oluşturup kendi davaları uğruna mücadeleler verirken, bizimkiler oralarda yaşayan insanlara "cüzzamlı" muamelesi yaparak binbir güçlük çıkartmayı "vazife" bildiler. İtiraf edelim, son çeyrek asır öncesinde Türkiye olarak bizim durumumuz da farklı değildi.
3. Eylemciler açısından: Ümmet, 1400 yıl içinde oluşmuş kimlik bilinci ve aidiyet unsurları noktasında son bir-iki asırdır önemli savrulmalar yaşıyor. An itibariyle yeryüzündeki Müslüman genç nüfusun hatırı sayılır bir kesimi "redd-i miras" modunda. Yaşanan, bir "kimlik krizi"dir aslında ve bunda hepimiz şu veya bu oranda sorumluluk sahibiyiz. Bugün İslam Dünyası'nın dört bir yanından ve Batı'dan göç ederek IŞİD'e katılan gençler "Allah yolunda cihad" düşüncesiyle yapıyorlar bunu. Tıpkı Hicaz bölgesini Osmanlı'dan koparan Vehhabî ideolojisinin kurucuları gibi… Elbette onları Fransa'dakine benzer eylemlere kodlayanlar kadar kendileri de sorumluluk sahibi. Eylemin üstünden 1 hafta geçmeden Müslümanlara yapılan saldırıların sayısı 15-20'yi buldu. Ortamın giderek daha da gerilmesi işten değil. Bu sarmalın sonu nereye varacak? Bu gençlerin her şeyden önce kendilerine şu soruyu sormaları gerekir: Madem bu kadar yüksek bir hassasiyete sahipler, Frengistan'da yaşamayı içlerine nasıl sindiriyorlar? Orada içinde yaşadıkları toplumun hayat tarzı, belli periyotlarla -ezan sesi yerine -kulaklarına dolan çan sesi, sokak, medya… onları rahatsız etmiyor. İslam'ın mukaddeslerine -son olaydaki gibi- spesifik saldırılar olmadığı sürece gayrimüslim bir toplumun "azınlık" durumundaki unsuru olarak yaşamakta bir beis görmüyorlar! Oysa ayrıca delillendirilmeye ihtiyaç duymayacak kadar açık bir hakikat ki Batı'da -sokaktaki insanların bir kısmı bakımından olmasa bile- yöneticiler bakımından İslam, Batı'yı var eden değerlerle asla bağdaştırılamayacak bir din! Batı sizi istemiyor, siz Batı'yı istemiyorsunuz? Öyleyse bu "zoraki izdivacı" sürdürme ısrarı neden? Kendi öz vatanlarından ayrılmamakta ısrar edip her türlü olumsuzluğa direnen insanların aklı mı onlarınkinden az, yoksa onuru mu?..
Çok sorulduğu için Pazartesi günü meselenin fıkhî yönüne değinmek istiyorum nasip olursa.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.