Yolsuzluğun dünü bugünü
Millet Meclisi dört bakan hakkındaki yolsuzluk önergelerini iktidarın vermiş olduğu ciddi firelerle atlatmış olsa da muhalefet yine de kutularda paralar, pahalı kol saati, kanuna aykırı yapılaşma iddialarını elden bırakmayarak iktidara yüklenip duruyor…
Hatta öyle ki CHP’nin hiç yapmadığı, Allah Resulü’nün “Hırsızlık yapan kızım Fatıma da olsa cezalandırırdım” hadisini pankart yaparak açması dikkatlerden kaçmadı.
Neden kaçmadığı da malum.
Bu CHP yılların laiklik savunucusu, hatta banisi.
Kim ki sınıfa selam vererek girmişse, kim ki bir araya gelerek zikir halkaları oluşturmuşsa, kim ki üstünü başını örterek kamusal alanlarda gezindiyse laiklik karşıtı olarak suçlandı.
Bu yüzden çokları TCK 163. Madde’den yargılanarak zindanlarda ömür çürüttüler.
Takvime bakıyoruz: İSKİ soygununda kol kesmeyen, Çankaya eski belediye başkanının “yamyamlara veriyoruz doymuyorlar” şeklindeki açıklaması üzerine kılını kımıldatmayan CHP muhalefet hırsı ile hop oturuyor hop kalkıyor.
Ne var ki Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in “bakanlar yargılansın onlar da kurtulsun bizde kurtulalım” şeklindeki açıklaması ses getirdi. Fire verdi, iktidarın başını ağrıttı.
Ülkenin baş ağrılarından birisi de, hatta en önde geleni yolsuzluklardır.
Para, pul, mevki kokan ve de dün zar zor geçinenleri patron yapan yolsuzluklar.
Bu ülkede “ne ile kazandın, nasıl kazandın” sorusu sorulmadığına göre “kazandık işte” deyip geçiştirenler Üsküdar’ın da namına basıp geçiyor…
Geçici dünya hayatı para pul şeref kokuyor; toprak, ölüm, muhasebe kokmuyor.
İşin garibi, muhalefet hep ak kaşık, iktidar koltuğuna oturanlar hep hırsız!
Öyle mi oluyor acaba? Yoksa gerçekten fırsat ve ortam meselesi mi?
Kim ki önüne birçok fırsatlar düşer de “ben Allah’tan (cc) korkarım” diyerekten basıp geçerse işte o kişi namusludur, dürüsttür. Değilse, fakirken haza dört dörtlük, ama koltuğa oturup da imkânlar önüne geldiğinde bakıyorsunuz ki o dört dörtlülük çeyrek depoya inmiş.
Maya bozulmuş, Harun olmuş, Karun olmuş…
Görmeden, incelemeden şu şudur demeye hakkımız yok.
Çünkü işin içinde kul hakkı var…
“Günahkâr gel, borçlu gelme…”
Ancak birinci mesele, şeriat zahire hükmeder…
İkinci mesele, iddian varsa ispat etmekle mükellefsin.
Şu kutularda ki paralar meselesi.
Benim bildiğim, o meselenin asıl kökü ABD’nin İran’a uygulamış olduğu ambargo ile alakalı olup Türkiye’nin bu ambargoyu delmesi iddialarına dayanıyor.
Petrol paralarının yatırıldığı yer iflastan zirveye ulaşan Halk Bankası.
Türkiye bu satışlar üzerinden %5 gibi bir rant elde edince malum güçler ayağa kalktılar.
Öyle değilse, o zaman kutulardaki paraların hangi rüşvet karşılığı olduğunu iddiacılar ispatlamak zorundadır. Öyle ya, madem takip ediyorsun, o halde diyeceksin:
“Bu paralar şu ihalelerin karşılığı rüşvettir, aha yakaladık.”
Onu diyemiyorsun, dediğin evinde para bulundu, e bulundu sana ne?
Buna rağmen, işler hep helal dairesinde yürütülüyor demek istemiyorum, haramın dünü ne ise bugünü de aşağı yukarı aynıdır. Örneğin, şu Ankara’nın doğusu ile batısına bakın.
Batıda kaşaneler, doğu da viraneler…
Sebebi, elbette ki her dönemin rantıdır. Beylerin, ağaların yatırımları Batı’da…
Doğu’da “iktidarım” diyerekten oy veren fakir fukara.
Onun ağzına iki metre asfalt nevinden şekeri koyar oyalarsın, sonra da asfalt parası diye tutturursun. Ama efendim, batı kesimi öyle değil, bakarsınız bir gece ansızın beş katlı binaların yanında 30 katlı binalar yükseliyor. O havada asfalt parası ne ki…
Önemli görevlere gelip de Halife Ömer b. Abdülaziz gibi tek gömlek hesabı ayrılanları pek görmedim, duymadım. Kırşehir’in bir önceki Belediye Başkanı Halim Çakır gibileri istisna.
Çakır, belediye başkanlığından ayrılınca oturduğu eve bile haciz koydular.
Sonuçta gelip dayanacağımız yer kadro meselesidir.
Kim ki iyi kadrolarla yol arkadaşlığı yaparsa başı ağrımaz, kadrosu fena olanların akıbeti hayrola. Asıl olan buraya son noktayı koyalım…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.