“Dert bizim, derman Kur’ân’ındır”
Ramazan ayı Kur’ân ayı; tüm dertlerimize, sıkıntılarımıza, anlaşmazlıklarımıza, huzursuzluklarımıza Kur’ân’dan devâlar arayacağımız ömrümüzün Kadir Gecesi... Bunun için Kur’ân’ın nasıl bir mûcize olduğunu hazmederek bilmemiz gerek.
Kur’ân’ın nâzil olduğu vakitlerde Arap kavmi büyük çoğunlukla ümmî idi, yani okuma yazması yoktu. ümmî olukları için tarihi geçmişlerini, övündükleri kahramanlarını ve güzel ahlâk kazanmaya yarayacak ibretli sözlerini yazı ve yazılı metinler yerine hafızalarındaki şiir ve güzel sözlerle muhafaza ediyorlardı. Mânâlı ve ibretâmiz sözler, şiir ve belâgat vasıtasıyla nesilden nesile aktarılıyordu. Güzel söz söylemeye karşı şiddetli bir ihtiyaç vardı ve zamanın en muteber meslekleri şâirlik ve hatiplikti; güzel, fasih, etkili konuşmaktı...
Hatipler ve edebiyatçılar o zamanların milli kahramanları idi; en çok onunla iftihar ederlerdi. Hatta bir hatibin bir sözüyle savaşlar başlar, bazen de bir hatibin sözüyle kılıçlar kınına sokulur, savaş biterdi. İslâmiyet’ten sonra âlemi zekâlarıyla idare eden o zeki kavim edebiyatta, belâgatta, fesahatte zamanın zirvesinde idiler...
İşte böyle bir zamanda ve zeminde; belagatın, fesahatin, edebiyatın en muteber ve revaçlı olduğu bir hengâmede Kur’ân nâzil oldu. Nasıl ki, Hz. Mûsâ (as) zamanında sihir, Hz. îsâ (as) zamanında tıp revaçta idi. Bunun için Hz. Mûsâ’nın en mühim mucizesi sihir çeşidinden ve sihirleri iptâl edecek bir mahiyette ve hârikuladelikte oldu. Hz. îsâ (as)’ın da en mühim mucizeleri de tıp sahasında vuku buldu.
Aynen bunlar gibi Fahr-ı âlem (asm)’ın en mühim mucizesi Kur’ân-ı Kerîm de zamanının en revaçlı mesleği olan belagat ve fesahat sahasında tahakkuk ve tecellî etti. Hem taraf-ı İlâhî’den öyle ihtişamlı nâzil oldu ki, Mûsâ (as) tüm sihirbazların sihirlerini iptal ettiği gibi, Kur’ân da eşsiz belâgatıyla tüm hatiplerin hitabetlerini, tüm şâirlerin şiirlerini hiçe indirdi.
Ezelî kelâmın sahibi bu benzersiz mucizeye inanmamakta direnen bedbahtları kıyamete kadar sürecek bir meydan okumaya muhatap kabûl etti: “Ve, eğer kulumuza indirdiğimiz (Kur’ân)dan şüphe içindeyseniz, haydi onun benzerinden bir sûre getirin; eğer (iddianızda) doğru kimseler iseniz, Allah’tan başka şâhidlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın! Buna rağmen yapamazsınız ki aslâ yapamayacaksınız, öyle ise o ateşten sakının ki, yakıtı insanlarla taşlardır (ve) kâfirler için hazırlanmıştır.” (2/23,24)
Bu meydan okuma ile tüm zamanlara seslenen Kur’ân, “Ya bu Kur’ân’ın bir benzerini getirin yahut canınız ve malınız helâkettedir!” tehdidiyle semâvî sadanın düşmanlarının gururlarını kırıp kibirli akıllarını istihfaf ediyor.
Eğer sözle karşılık verip Kur’ân’ın bir benzerini getirmek mümkün olsa idi behemehâl yüz yıllardır bu yapılacaktı. Harflerle karşılık vermek mümkün olmadığı için ‘zor yol’ olan kılıçla karşılık verildi. Bu hâl hep bu minvâl üzere oldu: Kur’ân’ın çelik gibi hakikatlerini çürütemeyen, Kur’ân’ın bir benzerini getiremeyen şer ve inkâr cephesi hep silaha sarıldı, daimâ entrikadan meded bekledi; sürekli iftira ve yalan propagandalarıyla ehl-i hakkın nûrânî cephesinde gedikler açmaya çalıştı. Şâyet Kur’ân’ın bir benzerini getirmek mümkün olsa idi, hatta bir sûresinin taklid edilme imkânı olsa idi, Kur’ân düşmanı bedbahtlar çoluk-çocuklarını helâkete götürecek, kendilerini ebedî cehenneme sevk edecek bir yolu seçmezlerdi.
Zaman ihtiyarladıkça Kur’ân gençleşmektedir. Ramazan ayını rûhumuzun manevî özelliklerini tazelemek için Kur’ân’ın hem lâfzı hem mânâsıyla daha fazla meşgul olarak geçirmekte büyük hayırlar var.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.