Ebubekir Sifil

Ebubekir Sifil

İmam Ebû Hanîfe ve Allah Teala’nın cihet ve mekândan tenzihi-2

İmam Ebû Hanîfe ve Allah Teala’nın cihet ve mekândan tenzihi-2

Bir önceki yazıda İmam Ebû Hanîfe'den, "Allah Teala-mekân ilişkisi" konusunda aktardıklarımdan çıkan sonuçları şöyle maddeleştirebiliriz:

1.  Allah Teala, mahlukların sıfatlarıyla tavsif edilemez.

2. Allah Teala, ihtiyaç duymaksızın ve üzerine yerleşmeksizin Arş'a istiva etmiştir.

3. Allah Teala'nın arş'a istivası ihtiyaç dolayısıyla olsaydı, Arş'ı yaratmadan önce de bir başka mekânda olması gerekirdi? (Oysa) "nerede", "mekân", "şey" (gibi kavramlar ve medlulleri) yokken de Allah Teala vardı.

4. Allah Teala'nın mahlukatına uzaklığı ve yakınlığı, mesafe uzunluğu ve kısalığı tarzında değildir.

5. O'na dua edilirken aşağıya değil, yukarıya yöneliriz. Zira "aşağı"lık, uluhiyet ve rububiyetle bağdaşan vasıflardan değildir.

Birinci sıradaki cümle Ehl-i Sünnet'in temel kaidelerinden biridir. Allah Teala, "mahlukata mahsus" bütün sıfatlardan tenzih edilmelidir. Hiç şüphe yok ki, bir mekânda, bir yönde olmak, bir şeyin "içinde" veya "dışında" olmak, bir ağırlığa, kütleye sahip olmak, azaları organları bulunmak, eni-boyu-derinliği olmak ve boşlukta bir yer kaplamak… bütün bunlar da mahlukata mahsus özelliklerdir. Dolayısıyla Yüce Allah'ın bunlardan da tenzih edilmesi gerekir. Hiç şüphe yok ki "gökte" veya mekânsal olarak "Arş'ın üstünde" olmak da böyledir ve Allah Teala bunlardan da tenzih dilmelidir.

İkinci cümle Arş'a istivanın, "ihtiyaç" ve "yerleşme" ile irtibatlandırılarak anlaşılmasının yanlışlığına dikkat çekiyor. Müşebbihe/Mücessime'nin ve onlara tabi olarak günümüzde kendisine Selefî diyen bir kısım insanların anlamadığı son derece önemli bir noktadır bu. Herhangi bir mekânda olan bir varlık, kaçınılmaz olarak o mekâna muhtaçtır. Bu bağlamda "istiva" ile "yerleşme" birbirinden farklı olduğu ve "istiva"yı "yerleşme" olarak anlamak doğru olmadığı için ortaya şu netice çıkmaktadır: Allah Teala'nın Arş'a istivası "ihtiyaç" ifade etmez. Ama "yerleşme" "ihtiyaç" ifade eder. "İstiva"yı "yerleşme/oturma" olarak anlamlandırmaya kalkarsak -ki Müşebbihe/Mücessime ve o çerçevede İbn Teymiyye "tam anlamıyla" böyle anlamaktadır(1)- o zaman kaçınılmaz olarak "ihtiyaç" gündeme gelecektir. "İhtiyaç" içindeki bir varlığın ise alemi yaratması ve yönetmesi söz konusu olmaz! "İstiva" fiilini bu şekilde anlamanın yanlışlığına dikkat çekmek için İmam Ebû Hanîfe, "Eğer (Arş'ın üzerine) "oturma"ya ve "yerleşme"ye muhtaç olsaydı, (böyle düşünenlere) Arş'ı yaratmadan önce neredeydi (diye sorarız)?" demektedir. 

Burada "Allah Teala'nın, ihtiyaç söz konusu olmadan Arş'ın üzerine yerleştiğini söylemekte ne sakınca var?" diye sorulabilir. Her şeyden önce bu sorunun, İmam Ebû Hanîfe'nin akidesine aykırı olduğunu söylemek durumundayız. Zira "yerleşme/oturma" ile "ihtiyaç" arasında kaçınılmaz olarak lazım-melzum (birbirini gerektirme) ilişkisi bulunduğu için İmam Ebû Hanîfe, "Allah, ihtiyaç duymaksızın ve üzerine yerleşmeksizin Arş'a istiva etmiştir" demektedir. Yoksa fırkalar tarihinde "Allah Teala ihtiyaç duyduğu için Arş'a istiva etmiştir" diyen bir grup olmamıştır. Dolayısıyla mesele böyle anlaşılmazsa İmam Ebû Hanîfe'nin bu cümlesi anlamsız/gereksiz bir cümle olarak kalacaktır!

Öte yandan, önceden herhangi bir yere yerleşmesi söz konusu olmayan Yüce Allah'ın, Arş'ı yarattıktan sonra onun üzerine yerleşmesi ontolojik olarak da açıklanamaz. Zira mekân yokken var olan Yüce Allah'ın, mekânı var ettikten sonra onunla bu tarz bir ilişki kurduğunu söylemek, havadisin O'na hululünü (sonradan meydana gelen olayların O'na nüfuz etmesi, bir anlamda O'nu etkileyerek O'nda değişiklik meydana getirmesi) kabul etmek demektir. 

İbn Teymiyye'yi Arş'ın "nev'an kadim" olduğunu söylemeye –ki bunun bir kısım felsefecilerin görüşü olduğu açıktır– iten de bu açmazdır. O, varlığı kadîm olan Allah Teala'nın, hâdis (sonradan yarattığı) bir varlıkla bu şekilde ilişki kurduğunu söylemek doğru olmayacağı için Arş'ın "bir tür kıdemle" kadim olduğunu söyleyerek bu açmazdan kurtulmaya çalışmış, ancak bu sefer de hayatını görüşlerini redde adadığı felsefecilerin bir kısım nazariyelerini kabul ederek hem farklı bir çelişki içine düşmüş, hem de "taaddüd-i kudema" (birden fazla kadim varlık olduğunu kabul etme) vartasının eşiğine kadar gelmiştir.

Devam edecek.

1) Bkz. Mecmû'u'l-Fetâvâ, XVI, 436-7.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ebubekir Sifil Arşivi