Ankara’yı bu kitaptan okumak
Ortalık kavga gürültü ile herc ü merc iken bir grup genç, edebiyat-sanat peşine düşmüştük. İşte o yılların herc ü mercinde tanıdım D. Mehmet Doğan’ı. Türkiye Yazarlar Birliği’nin kuruluş günleriydi ve Mehmet Doğan… “Batılılaşma İhaneti” ile tanıdığımız bir kalem olan Mehmet Doğan, işin öncüsüydü. Divan dergisi macerasında da beraberdik.
Mehmet Doğan, tabiri caizse süzme Ankaralı. Kalecik’te doğmuş ama erken yaşta Ankara’ya yerleşmişler. Yerleşme, o yerleşme. Süzme ve daldan eğme değil “kökten sürme” bir Ankaralı olarak, Mehmet Doğan, kendini Ankara’ya karşı borçlu hissetmiş ve Ömrüm Ankara’yı yayınlamış.
Mehmet Doğan, “karşı-Ankara”yı değil, “asıl Ankara”yı anlatma sevdasındadır. Yani sadece 90 yılın değil, 90 yıl öncesinden gelen ve Anadolu’nun ortasında bir ahi şehri olarak kurulan o Ankara’yı anlatma sevdasındadır.
Bizim kuşak, Ankara’yı merhum Osman Yüksel’in tespitiyle “Mabedsiz şehir” olarak bilir. Süzme Ankaralı biri olan Mehmet Doğan da bu görüşe katılmakla beraber, böyle bir tespitin kendi şehri için ağır bir itham olduğunu ve hakkının yendiğini düşünür. Bu yüzden kitabın bir kısmını, biblo gibi Ankara camilerine ayırmıştır. Tabii merkez Hacı Bayram camiidir. Anadolu insanı için, daha düne kadar Ankara demek Hacı Bayram demekti. Siyasetin boğduğu Ankara, Hacı Bayram ile manevi bir teneffüs yapmaktadır her daim.
Siyasetin gölgelediği, gölgeleyip arka plana attığı Ankara, mimarisi, gelenek ve görenekleri, mahalleleri, suları ve sel baskınlarıyla Ankara var kitapta. Sadece “asıl Ankara” yok elbette kitapta. Şahit olunan 50 yılın yaşanmışlığı da satırlara dökülmüş.
5 bölümlük kitapta, “bile yapılan bir şar” hikayesi var. Cumhuriyet dönemi Ankara’sının 50 senesidir bu. Tek parti döneminde sanki bir pagan şehri gibi imar edilmeye çalışılan Ankara’nın kendini korumak için geliştirdiği refleksleri de anlatır M.Doğan. O mabedsiz şehrin (Yenişehir), mabedli ama minaresiz bir şehir olduğunu, yer altı camileriyle anlatır mesela. Yeni şehir ve civarında yerleştirilen zihniyetin zıddı bir zihniyetin Ankara’yı mayalaması da vardır kitapta. O maya 1984’te Mehmet Altınsoy’un Belediye Başkanlığı ile semeresini vermeye başlamış; daha sonra güzel gelişmelere sahne olmuşsa da, popülizmin hışmına uğramış Ankara’nın çığlığı da ses verir kitapta.
Cumhuriyet dönemi Ankara’sı Ogüst tapınağı ve Anadolu Medeniyetleri Müzesi ile kimlik kazanmaya çalışırken, mazlumiyet direnciyle birbirine yaslanarak ayakta dürebilen Ankara’dır Doğan’ın anlattığı. Yahya Kemal’in nüfuz edemeyip, sadece “İstanbul’a dönmesi”ni sevdiği; Mehmet Akif için ise bir direniş sembolü olan Ankara, bizim için de dünyaya açılan bir pencere idi. 6 sene kaldım Ankara’da. Daha çok Mehmet Doğan’ın gözüyle baktım o şehre. Bu yüzden bakış merkezim, Ulus, Hacı Bayram, Ulucanlar, Samanpazarı oldu. Oradaki hüznü adım adım yaşadım o sokaklarda.
Yaşadığı şehrin temel özelliklerini hemen çıkarma gayretinde olan fakir, Ankara ile ilgili olarak Müştak Baba’nın şiirinden haberdardım ama 1733-34’te vefat eden ve Ankara için ilginç tespitleri olan Razi Abdüllatif Efendi’nin adını ilk defa M. Doğan’ın kitabında gördüm.
Bu kitapta görerek hayret ettiğim bir husus, meşhur Arap şairi İmrül Kays’ın mezarının Ankara Hıdırlık’ta olduğudur. Bu bilgiyi vaktiyle Ankara’dayken öğrenmiş olsaydım, mutlaka bir şeyler yapardım bu konuda. İmrül Kays, sıradan bir şahıs ve şair değildir.
Hakkında birkaç yazı yasılası bir kitap Ömrüm Ankara. Anlatmakla bitmez; okumak lazım Mirim!...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.