İmam Ebû Hanîfe ve Allah Teala’nın cihet ve mekândan tenzihi-4
Geçen 3 yazı boyunca naklettiğim hususlardan açıkça anlaşılmaktadır ki İmam Ebû Hanîfe, Allah Teala'nın mekânsal anlamda "gökte" olduğunu söylemeyi kesinlikle onaylamamakta, tam tersine Yüce Allah'a mekân isnadı anlamına gelecek her türlü yaklaşımı reddetmektedir.
Bütün bu arka planı aklımızda tutarak baktığımızda İmam'ın, Allah Teala'ya dua edilirken aşağıya değil yukarıya yönelmemizdeki hikmeti de, "Cariye hadisi" konusundaki tavrını da aynı bağlamda, yani "tenzih merkezli" olarak değerlendirmemiz gerektiği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla İmam Ebû Hanîfe'nin "Eynellah hadisi"ni sevk ediş bağlamı ve bu hadisi anlama tarzıyla, Allah Teala'nın "mekânsal anlamda" gökte olduğunu söyleyen Müşebbihe/Mücessime'nin anlayışı arasında dağlar kadar fark vardır. İmam Ebû Hanîfe o hadisi, Yüce Allah'ın mekândan tenzihiyle birlikte "yücelerde" olduğunu anlatmak amacıyla sevk ettiği halde Müşebbihe/Mücessime, aynı rivayeti Allah Teala'ya mekân tayini anlamında bahse konu etmektedir.(1)
Aksi halde, bir yandan "Allah Teala vardı ve mekân yoktu. O, mahlukatı yaratmadan önce de vardı. "Nerede", "mekân", "şey" (gibi kavram ve varlıklar) yokken de O vardı…" diyen İmam'ın, diğer yandan –üstelik de aynı bağlam içinde– Allah Teala'nın "yukarıda/üst tarafta", "gökte"… olduğunu söyleme çelişkisine düştüğünü iddia etmiş oluruz!
Bu söylediklerim, şu satırlar için de aynen geçerlidir: "Kim, "Bilmiyorum Rabbim semada mı, yoksa yerde mi" derse kâfir olur. Aynı şekilde, "O (Allah Teala) Arş'ın üzerindedir; ancak bilmiyorum Arş semada mı, yoksa yerde midir" diyen de (kâfir olur)."
İma Ebû Hanîfe, bu yazı serisinin ilkinde naklettiğim –ve bir kısmını az yukarıda da tekrar ettiğim– ifadelerinde Yüce Allah'ı bir mekânda ve bir yönde bulunmaktan ısrarla ve hassasiyetle tenzih ederken, dönüp, kendi kendisini nakzetme pahasına "Allah Teala'nın gökte olduğunu inkâr eden kâfir olur" demesi ihtimal dahilinde olabilir mi?
Onun buradaki sözleri, tenzih merkezli duruşunun tabii ve zaruri ifadesi olarak şöyle anlaşılmalıdır: "Allah Teala bir mekândadır; ama o mekânın gök mü, yoksa yer mi olduğunu bilmiyorum" diyen kâfir olur. Buradaki tekfirin gerekçesi, kişinin, "Allah Teala'nın gökte olduğunu inkâr etmesi" değil, tam tersine O'na bir mekân tayin etmesi ve bu anlamda O'nun "gökte" olduğunu söylemesidir.
Devam eden cümlesi de aynı istikamette anlaşılmalıdır: "Allah Teala zatı ile ve mekânsal olarak Arş'ın üzerindedir" diyen kimse kâfir olur. Buradaki tekfirin gerekçesi de Arş'ın gökte mi, yerde mi olduğunun bilinmemesi değil, daha baştan Allah Teala'ya mekân isnad edilmiş ve O'nun bizzat Arş'ın üzerinde olduğunun söylenmiş olmasıdır.
Esasında bu noktada Allah Teala'nın "her yerde" olduğunu söyleyen Cehmiyye/Mu'tezile ile Müşebbihe/Mücessime arasında çok fazla bir fark yoktur. Zira Cehmiyye/Mu'tezile Allah Teala'nın "dünya dahil her yerde" olduğunu söylerken, Müşebbihhe/Mücessime, "dünya hariç her yerde" demektedir. Açıktır ki dünyanın dışına çıkıldığında her yer "sema/gök"tür. Allah Teala'nın "semada/gökte" olduğunu söylemek, O'nun dünyanın dışındaki her yerde olduğunu söylemektir. Çünkü dünyanın dışındaki her yer "sema/gök"tür!..
Bu dört yazı boyunca yaptığımız bu izahatın, İmam Ebû Hanîfe'nin bir-iki cümlesini cımbızlayarak kendi ideolojileri doğrultusunda istismar eden Müşebbihe/Mücessime'nin aksine, itikadın merkezine "tenzih"i koyduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Kim o büyük imama aksi doğrultuda şeyler isnad ederse, açıkça iftira etmiş olur!
1) Cariye hadisi hakkında detaylı bilgi için bkz. Sana Din'den Sorarlar, I, 164 vd..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.