Örgüt mü Akıllı, Devlet mi?
Tarih, 17 Temmuz 1998…
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş: “Suriyeliler, Eşkıya Apo’yu destekleyerek bizi terör vebası ile karşı karşıya bırakmıştır. Türkiye iyi ilişkiler için gerekli çabayı göstermişti. Eğer Türkiye çabalarına bir karşılık alamazsa gerekli önlemleri alma hakkı doğacaktır. Daha fazla sabrımız kalmadı” sözleriyle Suriye’yi çok sert bir şekilde uyarıyordu.[1]
Orgeneral Ateş ile başlayan Suriye’yi uyarı süreci, 1997 yılındaki parlamento açılışında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in çıkışıyla devam ediyordu. Suriye’ye en üst düzeyde tepki gösteren Türkiye, uluslararası siyasette ise yine tek başınaydı.
ARAP ÜLKELERİ, RUSYA VE YUNANİSTAN PKK’YI DESTEKLİYOR !
Türkiye ile Suriye arasındaki görüşmelerde bu dönemde Hüsnü Mübarek, kilit rol oynuyordu. Mübarek, Hafız Esat’a Türkiye Cumhuriyeti’nin kararlılığını iletmiş, Suriye de bu durumu Arap ülkelerine bildirmişti. Arap ülkelerinden ilk olarak Libya Devlet Başkanı Kaddafi’den, Suriye’yi destekleyen ve Türkiye Cumhuriyeti’ni tehdit eden açıklama gelmişti. Arkasından, Suudi Arabistan Kralı’nın kardeşi de Suriye’yi destekledikleri mesajını gönderiyordu. Daha sonra, BM’deki 12 Arap ülkesinin temsilcileri Suriye’yi desteklediklerini, Suriye’nin yanında olacaklarını açıklıyorlardı. Terörizme destek veren Suriye; Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Rusya’nın da desteklerini açıklamalarıyla oldukça iyi bir destek buluyordu. Buna karşılık hiçbir ülke Türkiye Cumhuriyeti’nin arkasında olduğunu, desteklediğini bildirmiyordu.[2]
Siyasi ve askeri makamların kararlı tutumlarıyla ve izlenilen baskı politikalarıyla Abdullah Öcalan, 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye’yi terk etmek zorunda kaldı. Suriye’den Moskova’ya kaçan Öcalan, 12 Kasım 1998 tarihinde sahte pasaportla Roma Havaalanı’na giriş yaparken İtalyan polisince gözaltına alındı.[3]
Terörist başının İtalya’da yakalanması üzerine, ülkemizin iade taleplerine ve bu konuda yapılan siyasi girişimlere İtalyan hükümeti olumlu cevap vermiyordu. [4]
Kaçış sürecinin hemen öncesinde, örgütün yayın organı olan Serxwebun dergisinde, Öcalan’ın ‘savaşı kaybettik’ mesajını taşıyan açıklamaları ve bundan dolayı örgüt mensuplarını eleştiren sözleri dikkat çekiyordu:
“Siz düşmanı çözemediğiniz için mi kaybettiniz, yoksa düşman sizi iyi çözdüğü için mi sizi yeni noktalarına getiriyor? Bunlar doğrudur. Siz düşmanı çözemediniz. Sözde anladınız ama pratikte anlamadınız veya pratikte yanıt veremediniz. Düşman sizi çok iyi çözdü ve yanıt verdi. İyi politika oluşturdu, hükümetler oluşturdu, meclis oluşturdu, özel savaş oluşturdu, Güney’e yaydı, uluslararası diplomasisini oluşturdu. Ama siz en ufacık bir gereğini bile oluşturmak için fazla kendinizi zorlamadınız. Bu anlamda düşmanı çözemediniz, ama düşman sizi iyi çözdü. En ufacık gizlilik kurallarına uymadınız. Bir üslenme sorununu bile sağlıklı çözemediniz. Kayıplara bakarsanız bu çok nettir. Açık söyleyeyim; bu komutanlar, her gün grubundan insan kaybedenler benim için canidir. Benim bu insanlara fazla söyleyeceğim bir şey yoktur. Benim bunları kaldırmam artık mümkün değildir. Bu arkadaşlar yer yarılıp içine girseler herhalde daha iyidir”.[5]
15 ŞUBAT 1999 KENYA’DAN SON BULAN KAÇIŞ
Öcalan, tüm girişimlerine rağmen uluslararasını kamuoyunda İtalya’ya yönelik haklı baskıların oluşmasını önleyememiş ve İtalya başta olmak üzere Avrupa ülkelerinden beklediği desteği bulamamıştı. Bunun üzerine 16 Ocak 1999 günü İtalya’dan ayrılmak zorunda kalan Öcalan, 16 Şubat 1999 tarihinden, Kenya’da gerçekleştirilen özel bir operasyonla yakalanarak[6] Türkiye’ye getiriliyordu.[7]
PKK’nın ‘6. Kongre’ isimli toplantısı da bu süreçte yapılmış ve belirli kararlar alınarak, Öcalan’ın yaşadığı kaçışın biran önce bitirilebilmesi için, kadrolara talimat verilmişti. Öcalan’ın yakalanmasıyla birlikte, PKK’nın yapmış olduğu ‘kongre’ ve ‘konferans’ gibi örgüt toplantılarının etkisi de günden güne azalmaya başlayacaktı. 2004 yılına kadar süren bu görüntü, 2004 yılı sonrasında özellikle siyasi ve sivil toplum etkinliklerinin artırılmasıyla yeni bir boyuta geçti.
Öcalan’ın yakalanması, PKK üzerinde şok bir etki oluşturmuştu. 1990’ların başından itibaren örgütün ‘otoriter ve tek lideri’ görüntüsünde kendisini konumlandıran Öcalan, kendisinden sonraki dönem için herhangi bir plan yapmamıştı. Örgütün tüm yapılarının doğrudan Öcalan’ın kontrolünde olması PKK’yı adeta hareket edemez hale getirmişti.
ÖCALAN: “TÜRKİYE’NİN HİZMETİNDEYİM”
Öcalan, yakalandığı ilk saatlerde, “Türkiye’nin hizmetindeyim” açıklaması ve yargılamalar esnasında takındığı tavır, PKK’yı Türkiye için sorun olmaktan çıkan, güçsüz ve ne yapacağını bilmeyen bir örgüt konumuna getirmişti.
PKK’nın ‘savaşı kazanıyoruz’ şeklinde sürekli olarak manipülasyon yapan birçok yayın organı bile uzunca bir süre Öcalan’ın yakalanmış olması hakkında net bilgiler verememişti.[8]
KARAR: “İDAM”
İmralı’da yapılan yargılamalar sonucunda, mahkeme heyetinin ‘idam cezası’ vermesi bekleniyordu. Bu durum yargılamalar süresinde örgütün birçok eylemi yapmasına sebep olmuştu. İdam kararının çıkması durumunda, olayların kontrolden çıkacağı mesajını vermek isteyen bu saldırılar, sivil ya da güvenlik görevlisi ayırt etmiyordu. Tek amaç, Öcalan’a çıkacak olası bir idam kararının engellemek ve bu konuda toplumda korku uyandırabilmekti. Örgütün tüm çabasına rağmen mahkeme kararını kısa bir süre sonra açıklıyor ve kamuoyunun beklentisi haklı çıkıyordu: “Abdullah Öcalan’ın idam cezasına çarptırılmasına…”.
Öcalan’ın idam cezasını almasından sonra, özellikle şehirlerde toplumsal olaylar çıkarılmak istenmişti. Bu yöntemle de başarılı olamayan PKK, örgüt içerisindeki çözülmeyi giderebilmek için, ateşkes kararı alıyordu. Silahlı kadrolarını yurtdışına çıkaran ve Türkiye’yi hedef alan terör saldırılarını da son veren örgüt, kendisini geriye çekmişti. [9]
ÖCALAN’DAN ÖRGÜTE TALİMAT: “YURTDIŞINA ÇIKIN”
Stratejisi olmayan, kadrolarında dağılma ve moral bozukluğu had safhaya çıkan PKK, bizzat Öcalan’ın talimatı ve 4 avukatını açıklamasıyla ‘süresiz ateşkes’ ilan ediyordu:
“PKK’yı, 1 Eylül 1999 tarihinden itibaren, silahlı mücadeleye son vermeye ve Türkiye’yi terk etmeye çağırıyorum”.[10]
***
Terör örgütü ele başının onlarca ülke tarafından desteklenmiş olmasına rağmen, yakalanması hadisesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin büyüklüğünü göstermektedir. Ancak bundan sonraki sürecin iyi yönetilemediği ortadadır.
Tek amaçları “Öcalan’ı idamdan kurtarmak” olan bir örgüt, bugün Türkiye’nin siyasetine, gündemine “Öcalan artık serbest kalmalı” diyerek sirayet edebiliyorsa, orada bir kez daha düşünmek gerekiyor.
Örgüt mü çok akıllı, yoksa devlet mi?
[1] Hürriyet Gazetesi, 18.07.1998
[2] Hasan Kundakçı, “Güneydoğu’da Unutulmayanlar”, Alfa Yayınları, 2004, s.358
[3] Yunanistan, Öcalan’ın kaçışı sürecinde PKK’ya büyük destekler vermiştir. Savvas Kalenderidis isimli Yunan İstihbarat ajanı bu süreçte etkin rol oynamıştır. Kalenderidis, 2012 yılında örgüt liderlerinden Murat Karayılan’ın kitabını Yunanca’ya çevirerek, tanıtımını Yunanistan Savunma Bakanlığı’na ait bir müzede yapılmasını sağlamıştır. Kalenderidis aynı zamanda ‘Öcalan’ın teslimi’ isimli bir kitabı da bulunmaktadır.
[4] Gürkan Doğan, “Stratejik Müttefiklikten Uluslararası Terörizme”, IQ Yayınları, İstanbul, 2007 s.109
[5] Serxwebun Dergisi, Sayı: 205, Köln, Ocak, 1999
[6] Öcalan’ın yakalanmasından 3 gün sonra Yunanistan Dışişleri Bakanı istifa etmiştir.
[7] Doğan, a.g.e., s.110
[8] Bkz. PKK yayın organlarının, 1999 Ocak ayından itibaren, Öcalan’ın kaçış ve yakalanışı konusundaki yayınları.
[9] Batuhan Çolak, Terör Kıskacında Üniversiteler, Altınpost Yayıncılık, Ankara, 2013, s. 274-275
[10] Hürriyet Gazetesi, 4 Ağustos 1999
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.