Çöl hırsızı
Hikâye mâlum, hatta meşhur, fakat tam yeridir, tekrarında fayda var: Çölde yaşayan zengin ve muktedir bir kabile reisinin dillere destan, eşi-menendi az bulunur bir atı varmış.
Günün birinde kabile reisi, bu pek sevgili atına atlayarak tek başına çöle gezmeye çıkmış. Hayli zaman at koşturduktan sonra dönmek üzere iken uzaklarda bir kımıltı dikkatini çekmiş. Bir insan, yerde yatıyor. Belli ki çok hasta veya ölmek üzere. Yardıma muhtaç.
Hemen oraya yaklaşıp atından inerek yerdeki adama yardıma gitmiş. Hâlâ nefes aldığını görünce sevinip atının terkisinden su kırbası almak üzere iken, yerdeki mecâlsiz ve hasta adamı, o herkesten kıskandığı değerli atın üzerinde görünce şaşırıvermiş. Adam atı topuklayıp erişilemeyecek kadar uzaklaştıktan sonra dönüp, alay edercesine bakmış atın sahibine,
Fakat bir gariplik var; atın sahibi ardından koşarak bağırıp çağırmıyor; sadece durduğu yerde ağlıyor.
- Ne oldu diye seslenmiş hırsız, "Zoruna gitti de ondan ağlıyorsun değil mi? Sen ki bu atı kendi gözünden, evlâdından bile kıskanırdın ama bak, aklım ve çevikliğim sâyesinde şimdi benim oldu atın; ne kadar ağlasan yeridir!"
Atın sahibi gözyaşlarını silmiş; demiş ki, "Hayır ey hırsız, atımı çok severdim, doğrudur; senin onu benden çalman elbette gücüme gitti, fakat onun için ağlamıyorum."
- Yaa, niçin ağlıyorsun öyleyse, kadınlar gibi?
- Şunun için: Bu haber yarın etrafta duyulduğunda, senin nasıl bir hile ile atımı elimden kapıp çaldığın dilden dile gezdiğinde bundan sonra çölde hiç kimse, ölmek üzere olan gerçek bir ihtiyaç sahibine bir damla su vermeye çekinecektir. Üzüntüm ondan!
...
İsnad edilen suçlar doğru ise facia zaten fakat bu meselede şaibe, hatta dedikodu bile duyulması fecî ötesidir ve ne yazık ki o dedikodu ve şaibenin irini patlayıp yayılmış bulunuyor. Bundan sonra çölde susuz kalana bir damla su vermek için atından inmeye yeltenenler bir daha bir daha düşünecek; bîkesliğini anlatmaya tâkat yetirebilenler, artık eskisinden daha fazla "bu adam yalan söylüyor olmalı" zannıyla göz ardı edilecek.
"Allah, kitap, merhamet, insanlık, kardeşlik, yardım" gibi kelimeler bir araya getirildiğinde, samimi gönüller, "acaba yine mi tufaya getirilmekteyiz" şüphesiyle burkulup kavrulacak.
Bir kuruşu, tek zerresi bile zimmetine geçirenin boğazında ateşten lâledir zaten; lâkin, eğer varsa böyle irtikâpların sorumluluğu bir şahısla, bir kurumla sınırlı kalmıyor çöldeki bütün yoksulları ve varlıklıları da vurup lekeliyor. Olmamalıydı, hiç olmamalıydı; bırakınız resmî suç isnadı, kapalı kapılar ardında dedikodusunu etmeye kalkışanlar bile, "Allah'a sığınırım" diye hicap ederek titremeliydiler; öyle olmalıydı çünkü parayı en büyük değer bilenlerin arasında "akçalı" işler görmek durumunda olanların mesuliyeti çok farklıdır.
Yûsuf Sûresi'ni okuyunuz, orada anlatılmaktadır bu haller:
"Evinde kalmakta olduğu kadın, ondan murad almak istedi ve kapıları sımsıkı kapatarak: "İsteklerim senin içindir, gelsene" dedi. (Yusuf) Dedi ki: "Allah'a sığınırım. Çünkü o benim Efendimdir, yerimi güzel tutmuştur."
Bu köşeden Ergenekon zanlılarını bile töhmet altına koyacak ifadeleri bile teraziyle tartıp da söyledik. Ahaliden para toplayıp sağda solda çarçur edenlerle ilgili yolsuzluk töhmeti de elbette şu demde bir iddiadır ve herkes gibi o zanlıların da kendini müdafaa hakkı var; o ayrı, ondan bahsetmiyorum. "Benim hırsızım, seninkinden faziletlidir" diye suçlu mübadelesine girişecek hâlimiz yok; zaten bu lâflar konuşulur hale gelmişse dâvâ kaybedilmiştir demek istiyorum.