Yurtta siyaset, dünyada siyaset
Türkiye ağır ve uzun savaş şartlarından çok ağır bedeller ödedikten sora, bir imparatorluk bakiyesi üzerine kurulmuş bir ülke. Ağır savaş şartlarının tecrübesinden belki zorunlu olarak çıkarılan en önemli ders eldekini koruma konusunda takıntılı derecede bir titizlik, bir temkinlilik olmuştur.
Dünyada olup bitenlere karşı kayıtsızlık ve hatta ilgisizlik, Türkiye'nin savaş sonrası benimsediği bir politika, ama aslında I. Dünya savaşından veya Kurtuluş Savaşı'ndan bağımsız bir devlet olarak çıkmanın bir şartını da ifade ediyordu. Türkiye'nin kuruluşu Balkanlarda, Orta Asya ve Ortadoğu'daki ülkeler üzerindeki, hatta bütün dünya Müslümanları ve Türkleri üzerindeki sosyal hatta uluslararası sermaye nüfuzunu, gücünü kullanmama şartına bağlanmıştı. Türkiye bu ilgisizliği ölçüsünde rahat bırakılacaktı. Yurtta sulh, dünyada sulh şiarı tercih edilmiş değil, Türkiye'ye kabul ettirilmiş sınırları çizen bir ilkeydi. Bu çerçevede oluşan resmi politika zamanla bu ilkenin içselleştirildiği bir resmi ideoloji halini aldı.
Bu ilkeyi resmi ideolojiye dönüştüren süreçte, üç tarafı denizlerle çevrili Anadolu coğrafyası, dört tarafı da düşmanla çevrili olan bir "hapishaneye" dönüştü. Komşuları, üstelik düne kadar aynı bütünlüğün birer parçasını oluşturan komşuların hepsi birer "özde düşman" devletler, hatta milletler haline geldi. Doğrusu dünyada sulh arayan bir resmi politika ile "özde" ters düşen bir ideolojiydi bu, çünkü bütün söylemleri komşularıyla her an her türlü çatışmayı alevlendirebilecek bir soğuk savaş kurgusuna dayanıyordu. Bu söylemin pratikte uygulamasına imkân tanıdığı tek bir politika oluyordu: içe kapanmacılık. Mümkünse her türlü ilişkiden uzak durmak, "azdır aşım, ağrısız başım" havalarında, her türlü komşuluk ilişkisine karşı elini son derece ürkek alıştıran bir dış-politika. Bu esnada komşularımızla var olan sorunlarımız da derin dondurucuya konularak o sorunlarla yaşamayı, o sorunları çözme yönünde herhangi bir irade sergilemekten daha güvenli sayan bir yaklaşım resmi politikayı belirledi.
Resmi politika belli sorunların veya durumların bir kere ve bütün zamanlar için geçerli kılınmış (dondurulmuş) fotoğrafının adı oldu. Dünya bir defa resmedilmiş fotoğraf karesindeki gibi kalsa iyi de, hangi gerçeklik bir resimdekine bağlı kalmıştır ki? Resmi politikayı resimlerin içinde yaşamak olarak algılarsanız çok kısa bir süre sonra bütün dünyanın dışında kalırsınız. "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur" şeklindeki, kavgada bile söylenmeyecek bir sözü "resimleyip" fazla ciddiye alınca, doğal olarak, kaybettiğimiz dostlukların nedenlerini tahlil etme yetimizi de kaybettik. Bizzat bu tutumun zaten başkalarının dostluğunu kazanmaya son derece elverişsiz bir tutum olduğunu göremedik. Öyle ya, kim etrafındaki herkese "düşman" gözüyle bakmakla övünen biriyle dostluk etmek ister ki?
Cihanda sulh adına, herkesle küsüşüp, kendimize dönünce işin içinden çıkacağımızı sandık. Öyle olmadı. Doğal olarak bu duygusal travmaların etkisiyle kendi içimize dönünce kendimize de pek iyi davranmadık. Dışarıdakilerle sulhu temin edemeyenin içeridekilerle sulhu temin etmesi mümkün olmuyor. Kendi içine kapanmanın psikolojide işleyen kuralı bu konuda da işliyor. Tamamı Müslüman-Türk haline gelmiş, her yanıyla güvenilmesi gereken ülke bütünlüğü içinde de dört taraftaki düşmanların izlerini bulmakta hiçbir zaman zorlanmadık. Bir gün komünistler, bir başka gün Ermeniler, bin başka gün Kürtler, gericiler… Böylece yurttaki sulhu da gittikçe temin etmekte zorlanmaya başladık.
Sorunları, ilişkileri, girişimleri dondurarak "durumu resmileştirmek" bütün sorunların kaynağıydı hâlbuki. Sorunumuz olan hiç kimseyle sorunlarımızı konuşmayı denemeden dondurup "resmileştirdik". Resmileşen bütün politikaların birileri için bir iktidar ve rant kaynağı haline gelmesi sorunun tabii ki asıl büyük kaynağı. Bu resimlerin dondurduğu ilişkilerden geçinenlerin hiçbir sorunun çözümünü istemeyecekleri açıktır. Kıbrıs meselesinde "resmi" ağızlardan açıkça telaffuz edilen politikanın bu olduğunu darbe günlüklerinden öğrendik: "En iyi çözüm çözümsüzlüktür". Çözümsüzlük ülke için veya taraflar için değil, bu durumdan nemalananlar için bir çözümdür tabi ki.
Bugün Türkiye içinde bütün sorunların bir kere çekilmiş resimlerinin yeniden gözden geçirildiği bir siyasallaşma süreci yaşıyoruz. Biraz sancılı geçiyor olması çözümsüzlüğü nema kaynağı olarak görenlerin rahatsızlığı. Ama Türkiye bu eski ve modası geçmiş resimleri gözden geçirmeden, yenilerini daha sıklıkla tekrar çekmeden bir arpa boyu yol ilerlemeyeceğini keşfetmiş durumda. Bunun yolu siyasetin gittikçe daha fazla etkin kılınmasından geçti, geçecek.
AB'den Ortadoğu'ya Kafkasya'dan bugün Ermenistan'a kadar uzanan dış politika resimleri şık siyasi performanslarla tek tek yeniden çekiliyor ve her seferinde Türkiye epeyce uzaklaşmış olduğu sulha hem cihanda hem ülkede daha fazla yaklaşıyor.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Ermenistan'a gitme kararı Türkiye'yi içine hapsolduğu bu resimlerden birinin içinden çekip çıkaran cesur bir karardı. Kuşkusuz riskleri de olan bir adım, ama bütün riskli adımlar gibi getirisi de son derece bereketli olacaktır.