Çarşafın öyküsü
Yazarımız Şevket Eygi, “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” sözünü tersinden uyguladı geçenlerde. “Gelinim sana söylüyorum, kızım sen anla” dedi adeta.
Güya CHP şunları şunları yaparsa iktidar olabilir der gibi iktidara yapmaması gereken şeyleri hatırlattı. Bu da bana Baykal zamanında çarşafa dolanan CHP’yi yazarak, yine kızımla gelinimi karıştırma alışkanlığıma döndürme ilhamı verdi.
HATIRLARSANIZ, Deniz Baykal çarşaflı kadınlara CHP rozeti takmıştı.
Çarşaf, en son CHP’nin de gündemine gelince; gerek CHP çevrelerinde, gerekse diğer çevrelerde bir tartışmadır başladı.
Nasıl olurdu da Deniz Baykal çarşafa bu kadar pirim verebilirdi?
Yazarlar konu sıkıntısı çekiyorlardı, şimdi uzun müddet kullanabilecekleri bir konu çıkmıştı o zamanlar… CHP hareketsizlikten yakınıyordu; böylece sadece CHP’de değil solun tamamında bir hareketlenme meydana gelecekti.
Solda hareketlenme her zaman iyidir.
Peki çarşaf, Türkiye’nin gündemine sanıldığı gibi AK parti ile mi girdi?
“Yok canım diyorsunuz”, biliyorum. “Tabii ki Refah Partisiyle”…
Hiç de bile…
Yine yanıldınız.
Çarşaf Türkiye’nin gündemine Cumhuriyet’ten önce girdi.
“Ne var bunda canım” diyebilir ve elbette ki kadınların Osmanlı zamanında çarşaf giydiğini iddia edebilirsiniz.
Hatta çarşafı bizzat padişahların dayattığından filan bahsedebilirsiniz.
Ama yanılırsınız…
Çünkü çarşaf, bugün olduğu gibi Osmanlı zamanında da devlet büyüklerini hayli uğraştırmış, rahatsız etmişti.
Aslında Türkiye’nin modernleşme simgelerinden biri idi ilk zamanlar…
Nasıl mı?
Çarşafı ilk giyen hanım, Abdüllatif Suphi Paşa’nın zevceleriydi. O Suphi paşa ki, Türkiye’de ilk müzeyi ve ilk ziraat mektebini açmış modern bir paşaydı. Dört beş defa bakanlık yapmış biriydi. Ayrıca mahkeme başkanlığı da var. Bir çeşit bugünkü Anayasa mahkemesi başkanı gibiydi…
Suriye’den döndüğünde modernlik alameti diye giydi hanımefendi çarşafı.
Ve çarşaf moda oldu…
Padişah İkinci Abdülhamit, 1892 yılında bir Cuma selamlığında bakmış ki, kadınlar çarşaf giymiş salına salına geziniyorlar. Çarşafı yasaklamak istemiş. O zamanın kalbur-üstü kadınları giymişlermiş o Cuma selamlığında. Tabii şimdiki gibi sadece siyah değilmiş, renklileri de varmış…
Fakat iş işten geçmiş.
Çarşaf moda olmuş. Padişahın iradesi yetmemiş.
Zira o zamanki çarşaf Hristiyan kadınların elbiselerine benziyormuş. Padişahın da başına dert olan çarşafın öyküsü bu yani…
Çarşaf, sanıldığının aksine son yüzyılın eseri ve “ablan nerden öğrenmiş, çarşaftan kol atmayı” türküsü de yine modern bir söyleyiş yani…
Modernleşme alameti mi, gerilik alameti mi?
Türkiye daha bir yüzyıl bu konuyu tartışacak gibi…
Osmanlı’da kadınların giydiği kıyafetler çarşafa sıkıştırılacak kadar fakir değildi, bilakis zengindi. Her memleketin farklı farklı kıyafetleri olduğu gibi (üç etekler bindallılar daha neler neler), her sosyal statünün de kendi özgü kıyafetleri ya da aksesuarları bulunuyordu. Erzurum kadınları farklı, Trabzon kadınları farklı İstanbul kadınları, İzmir, Denizli, Konya, Bursa kadınları farklı giyinirdi. Sonra o şehirlerdeki kadınların hangi cemaate, hangi dine, hangi sosyal çevreye ve hangi mesleğe mensup olduklarına bağlı olarak da kıyafetleri değişiklik arzederdi. Müthiş bir çoğulculuk, renk a renklilik vardı. Tek tipleştirme sonradan çıktı.
Abdülhamit Han çarşaflı kadınları görünce hemen müdahale etmek istemişti ama başaramadı, iş işten geçmişti. Ona göre kadınlar rahibe kıyafetinden etkilenmişlerdi ve hemen asıllarına dönmeliydiler. Fakat çarşafın kolay giyilip çıkarılan bir örtü olması kadınların işlerini kolaylaştırıyordu.
Yani çarşafın dinî bir zorunluluk olduğunu düşünenler biraz tarihe dönüp bakmalı ve Müslüman kadınların üniformaya mahkûm olmaması gerektiğini anlamalılar.
Kitapçı:
Ashab-ı Kehf’in Delikanlısı
Mart ayı yaklaştı.
Yine hüzün bulutları ve ayrılık acısı dağlıyor benliğimi.
Tam altı yıl olacak 25 Mart günü.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun aguşunu açıp bekleyen peygamberine vasıl olduğu günden bugüne tam altı yıl geçti.
Fetvacı dahil herkes huzurlu mu? Memleket emin ellerde mi?
Her geçen zamana nispetle daha çok özleyeceğiz, arayacağız Muhsin başkanı…
Unutmak ne mümkün?
Bu ikinci baskıda Spekülasyonlara Son başlığı altında 13 madde yazdım. Malum, onun adını kullanarak kimi çevreler ya da isimler nasıl da dövülerek öldürüldüğünü bile yazacak keyfiliğe kapılabilmişlerdi.
Böyle yazanların Muhsin Başkanı tanımadıkları nasıl da belli..
“İmanım kadar iyi bilirim ki, yeryüzünde rahmetli arkadaşım Muhsin Yazıcıoğlu kadar cesur, imanlı, şehadet şerbeti içmenin ne demek olduğunu bile, gözünü budaktan kaçırmayan, namlulara korkusuz yürüyebilen başka bir adam tanımadım.
Başkan dövüşmesi gereken yerde “durun da namaz kılayım” diyecek ha!
Bilmiyor mu o şehidin bunların hiçbirisine ihtiyacı yok.
Şehit doğrudan gideceği yeri, Peygamberin hemen yanı başındaki yerini zaten görmektedir.
O gazetecinin başkanı tanımadığı nasıl da belli…”
13 başlık altındaki spekülasyonlara son uyarımızı bir kez daha yaptık kitapta ve cinayet mi, suikast mı, kaza mı tartışmalarını sonuç alacağımız güne kadar artık yaptırmamaya karar verdiğimizi duyurduk. Zira bu onun davasına hizmet etmiyor ve intikam meleği lakırdıyla gelmez. Zamanını kollar ve hiç kimsenin beklemediği anda konar.
Anlaşıldı mı?
Hasret yayınları, 2015; İsteme Adresi: Hamamönü sk. No.6/A Altındağ - Ankara
Şiir:
GÜLÜŞÜ EN GÜZEL OLANA
Ağlasam eritebilir miydim
Keş Dağı’nın karını
Ellerim, hain ellerim tutamaz mıydı
Yere çarpan helikopteri
Kanlıçukur Kanlıçukur
Adınla batasın e mi
Muhsin Başkanım, güzel başkanım
Gülüşü gülüşlerin en güzeli
Üzerine oyun oynar gibi az mı gittik
Yüzümüze çevrilmiş tabancaların
Az mı ayıkladık kurşunlarını
Adanmış nice körpe canların
Haykırsam dümdüz edebilir miydim
Göksun’un bütün eğrilerini
Sağırdan sağır kulaklarım nasıl duymadı
Sesinin ilk defa titrediğini
Yine çıkıp geleceğini düşledik hep
Olay ânını bizimle paylaşmanı
Muhsin Başkanım, güzel başkanım
Sohbeti sohbetlerin en güzeli
Kime derdimizi anlatacağız şimdi
Kiminle sırdaş olacağız bundan sonrası
Artık dondurup karların altında
Saklarız fikrimizin ince gülünü
Ashab-ı Kehf’in yedincisi kim
Niye ben değilim seninle uyuyan
Yiğit beş delikanlı, altıncısı kim
Altıysa yedincisi, yediyse sekizincisi
Mağaranın kapısındaki köpek de mi olamam
Kaç kişiydik seninle uyanmak isteyen
Tanrım bizzat seni seçti
Diriltmek için başka çağlara
Bırakıp riyânın içinde bizi
Başka doğru arkadaşlar mı verdi yanına
Ey Ashab-ı Kehf’in delikanlısı
Söyle diriliş hangi çağlara
Söyle bir dahaki gülüşün
Acaba hangi zamana…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.