İtimat mı? Bir ihtimal
Son bir haftadır bindiğim bütün minibüslerde ön cama yapıştırılmış küçük afişler görüyorum. Bir tanesinde “Benim de iki kızım var. Yolcum benim namusumdur.” yazıyordu. Her ne kadar şoför bey, Özgecan’ın başına gelen elim hadiseden dolayı son birkaç haftadır omuzlarına binen ağır suçlamadan kurtulmak, yolcusuna güven vermek için bu yola başvurmuş olsa da; böyle bir yazı asmak zorunda kalışı insanlığımızı yaralıyor. Görünen o ki, kötülüğe dair her bir kaybımızda bütün insanlığa olan itimat duygumuzu da hızla kaybediyoruz.
Çocukluğumda okuldan eve geldiğimde, ola ki anahtarı unutup kapıda kalmışsam, bir komşu kapısını çalar, orada oturup annemin işten dönmesini beklerdim. Çocuklar bütün mahalleye emanetti. Bugün kendi çocuklarım benzer durumda çıkıp işyerime geliyorlar. Büyüdüğüm mahallede bir evden kavga sesleri yükselse bütün komşular evin kapısına dayanıp “Derdiniz ne?” diye sormayı üstüne borç bilirdi. Şimdilerde içinde oturduğumuz yalıtımlı evlerde üst katımızda bir cinayet işlense, polis birkaç soru sormak için kapımızı çalarsa ancak haberimiz oluyor. TOKİ’nin yeni sloganı ise “mahalle kurmak”. Bütün mahalleleri yıktıktan sonra, bunu nasıl yapacaklar merak ediyorum. Yıkmak kolay, yapmak zor sözü burada hatırıma geliyor.
Değil mi ki bugün en az bin kişinin yaşadığı sitelerde çocuklar dâhil herkes, kapıdaki bir güvenlik görevlisine veya sağa sola yerleştirilmiş kameralara emanet. Şehrin köşe başlarındaki mobese kameralarıyla övünülüyor. Aman ne iyi! Hiç tanımadığımız bir çift göz bizi izliyor. Gözden kaybolana kadar güvendeyiz. Kameranın görüş alanından çıktığımızda üstümüze çöken kötülük engellenemese de, olay haber bültenlerde bütün ayrıntılarıyla ele alınabilir.
Teknoloji ilerledikçe, insanın insana olan sorumluluk duygusu aynı oranda geriliyor. TRT’de yayımlanan “Sen olsan ne yapardın?” programında evden kaçtığını ve kalacak yer aradığını söyleyen genç kıza rol gereği musallat olan kötü adamı kalkıp genç kızın yanından uzaklaştıran kimseyi göremedim mesela. Genç kıza ancak kötü adam masadan kalkarsa sağdan soldan birkaç akıl verildi. Kötüden korkuluyor. Verilen akıl ise bir başına kaçtığı evine yine bir başına geri dönmesi yönünde. “Benim de kızım var.” diye olaya müdahil olan iyi niyetli bir kadın, “Hadi bize gidelim.” ya da “Gel birlikte aileni arayalım, görüşelim, durumu çözelim.” diyemedi. Bir sığınma evi bulmasını tavsiye etti. Öyle ya, kimse kimseye güvenmiyor. Genç kızın dolandırıcı olma ihtimali herkesin iyi niyetine baskın gelmiş olmalı.
Birbirimize artık ne kadar güvenmediğimize dair örnekleri ne yazık ki çoğaltabiliriz. Bu şehrin sokaklarında sorumluluğumuzda olan tek şey sapına sıkıca yapıştığımız çantalarımız artık. Üç beş kötünün meydana getirdiği ihtimaller dâhilinde bütün insanlara karşı korku doluyuz. Biri adres sormak için kolumuza dokunsa, elindeki dokunmatik telefonundaki haritadan bakmadığı için azarlayacak kadar. O kadar da değil mi? Bu bir arkadaşımın başına geldi. Daha geçenlerde, Üsküdar’da şarjım bittiği için internette var olan bir adrese bakmalarını rica etmek için tam yedi dükkâna girdim, çıktım. İlk altısında bilgisayarına gömülmüş, okey oynayan ya da facebookta takılan çalışanlar yasak olduğunu söyleyerek beni başından savdı. Bana yardıma muhtaç bir insan gözüyle değil, kendilerine bir kötülük yapabilecek insan ihtimaliyle baktılar muhakkak. Ama yılmadım. Şuralarda iyi biri mutlaka vardır ihtimaliyle, yedinci dükkânda adresi bulmama yardım eden o güzel insanı nihayet buldum. Şimdi iyiliğin bir gün baskın geleceği ihtimaliyle insanlara olan itimadımı muhafaza etmek için direniyorum. Sahi, ne diyordu şu şarkı? Bir ihtimal daha var, o da güvenmek mi dersin?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.