Şah – Fırat
Güya Suriye krizini yöneten ve konsolide eden ülkeydik. Lakin gelinen aşamada, tuhaflıklar manzumesine dönüşen istikametsiz politikalar nedeniyle, tarihe ikinci bir “Irak vakası” olarak geçecek olan bu krizin bir parçası ve Suriye’den sonra en ağır bedelleri ödeyen ülke haline geldik!
Suriye çalkantısının Türkiye tarafından çok kötü yönetilmesinin en somut alameti ise PKK ve Peşmergenin “kırmızı çizgilerimizi çiğneyerek” saha ve bölge halkı üstünde hâkimiyet tesis ederek burnumuzun dibinde Batı Kürdistan’ı kurmasıdır. Bu Türkiye açısından başlı başına bir hezimettir. Suriye’nin kuzeyinde kurulan yeni Kürdistan’ın “yüksek riskli” profili yanında şu anda gündemi işgal eden “Şah-Fırat Operasyonu” ve sonuçlarının sözü bile edilemez!
Gündemdeki “Şah-Fırat Operasyonu” değerlendirmeleri daha çok Türkiye’nin Suriye’deki sembolik toprağın ve o sembolik toprağı koruyan askerlerin hayatlarının önemi üzerinden değerlendiriliyor. Ben olaya daha farklı bakıyorum. Ayrılıkçı terör örgütü ile içerde yürütülen yanlış müzakere sürecinin neden olduğu tehdit ve tehlike değerlendirmeleri artan kutuplaşma ve keskinleşen ayrışmalar gibi ciddi “iç güvenlik” sorunlarıyla boğuşan Türkiye’nin; bırakın IŞİD ile sıcak bir çatışmaya girip türbeyi ve askerlerini Suriye içerisinde korumayı, kendi milli sınırlarının içinde bile koruyacak yeteneklerini kaybettiğini düşünüyor ve olan-bitenin kamuoyuna yansıtılanlardan çok farklı olduğunu düşünüyorum! TBMM de “İç Güvenlik Paketi” görüşmeleri sırasında dillendirilen “Türbenin ve personelimizin IŞİD tarafından ablukaya alındığı” iddialarını ve beraberinde dillendirilen “Süleyman Şah Türbesi’nin terk edilmesi” merkezli IŞİD ile yeni bir pazarlık sürecinin başlatıldığı yönündeki iddiaları önemsiyorum. Zira 40 küsur askerin bulunduğu bu mekânın boşaltılması için, bu denli büyük ölçekli bir hava destekli kara harekâtına ne gerek vardı? Basit bir nakliye operasyonuyla bu askerler geri çekilir, çekilirken de türbe imha edilir, daha az risk ve maliyetle operasyon tamamlanırdı! Bayrak dikme atraksiyonları için de daha afili başka formüller düşünülebilirdi! Ayrıca, bu operasyon başlamadan bir gün önce, 17 YPG’linin öldürüldüğünü dünyaya duyuran ve Süleyman Şah Türbesi’nin çok yakınında geçici karakola sahip olan IŞİD güçlerinin; hava destekli 39 tank, 57 zırhlı araç, 100 araç ve 572 personelin varlığına karşı niçin mukavemet göstermediğini başka türlü açıklayamıyorum… Madem TSK elini kolunu sallaya salaya aynı koridordan girip çıkacak “emniyet” ve “caydırıcılığa” sahipti, madem iddia edildiği gibi IŞİD ile yeni bir rehine krizi yaşanmadı ve müzakere sürecine oturulmadı, madem PYD/YPG ile de anlaşıldı; o halde ne diye TSK bölgede konuşlanıp vatan parçası sayılan varlığını koruyacak kararlılık ve iradeyi göstermedi?
Hülasa
‘Bir çakıl taşına dokunamazlar, gerekirse girer misliyle mukabele ederiz’ noktasından “Küçük ve sembolik bir toprak parçası için gereksiz risk yaratılmaması yönünde akıllıca bir strateji“ istikametine geri vites takanların sahnelediği “Şah-Fırat” oyunu, siyasi iktidarın yürüttüğü kötü Suriye politikasının en hafif sonuçlarından biridir! Neymiş efendim, Süleyman Şah’ın maneviyatını kurtarmışlarmış..! Kaybedilen diğer maneviyatlar ve namusla eş değer telakki edilen egemenlik haklarımız ne olacak?
Hani, “tarih değil, hatalar tekerrür eder” derler ya… İşte geçmişte benzer hataların yaşandığı dönemlerde Ziya Paşa’nın kaleme aldığı müthiş bir beyit, genelde Suriye politikalarımız özelde ise “Şah –Fırat Operasyonu” ile alakalı durumumuzu eksiksiz izah ediyor: “Eyvah bu bâzîçede bizler yine yandık/ Zîra ki ziyan ortada bilmem ne kazandık.” (Eyvah bu oyunda yine biz yandık, çünkü kayıplar ortada, bilmem ne kazandık?)
Tam yerine denk geldi! “Şah-Fırat Operasyonu zafer mi? Hezimet mi?” tartışmalarına da siyasi bir fıkra ile anlatıp tarafımızca nokta koyalım:
Napolyon Bonapart tekrar dünyaya gelmiş, başkan Obama ile buluşmuşlar. Napolyon “Sayın başkan, sizdeki muazzam silah gücü bende olsa Waterloo’da yenilmezdim” demiş. Napolyon daha sonra Kremlin’e davet edilmiş. Rusya lideriyle görüşürken “Sayın Putin sizin elinizdeki gibi bir gizli servis bende olsaydı Waterloo Savaşı‘nı kaybetmezdim” diye konuşmuş. Daha sonra Napolyon Ankara’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’la bir araya gelmiş. Demiş ki “Tayyip bey, sizdeki gibi bir Medya bende olsaydı Waterloo Savaşı‘nı kaybettiğimi kimse duymazdı..!”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.