Çanakkale Şehitlerinde İstiklal Marşına Âkif
Mart ayları, ilk gençlik yıllarımdan beri Çanakkale ve Mehmet Âkif ile dolu geçmiştir. 15-16 yaşımdan beri, partizan cumhuriyetin yok saydığı ama unutturmaya da gücünün yetmediği Çanakkale Zaferi’nin heyecanıyla geçerken, bir yandan da İstiklal Marşı’nın kabulüyle ilgili kutlamalarla dolmuştur. Bu faaliyetleri, resmi kurumlar değil, sivil toplum kuruluşları yapmıştır haa!... Okullar falan zannetmeyin. Okullar, “rejim muhafızı” yetiştiren birer kışla olarak ne Akif’i sevmiştir, ne de Çanakkale’yi!... Çünkü Akif, partizan cumhuriyet ile çelişen görüşlere sahipti; Çanakkale de Osmanlı dönemi zaferi idi. Yeni kurulan devletin, eski devlet dönemine ait zaferlerle işi olamazdı. Nitekim öyle oldu ve Çanakkale hâlâ (13 yıllık Ak Parti iktidarında bile) resmî bir kabul görmemekte; sivil toplum kuruluşlarının heyecanına terk edilmektedir.
Neyse… Lafı dolaştırmayalım.
12 Mart 1921 günü TBMM’de kabul edilen İstiklal Marşı, bir anlık ilham ile yazılmış bir şiir değildir. O metin taaa 1915’lere uzanan bir arka plana sahiptir.
Âkif, 18 Mart 1915 günü gerçekleşen Çanakkale Deniz zaferi için yazdığı şiirinde (Ki Safahat’ın 6. Kitabı olan Asım’ın içindedir bu şiir) İstiklal Marşı’nın temellerini görürüz.
Çanakkale Şehitleri şiirinde, emperyalizme karşı savaşan bir milletin direnme gücü vardır. Emperyalizm, Çanakkale’de “medeniyet” şeklinde tezahür eder ki aynı tezahür, İstiklal Marşı döneminde de vardır.
Akif, Çanakkale şiirinde “Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz” derken, İngilizlerin organize ettiği ama bütün “medenî dünya”nın saldırısına karşı millî vicdanın çığlığını dile getiriyordu. İşte bu “medeniyet sahibi” veya “yirminci asrın mahlûk-ı asil”i olan Avrupalı, “en kesif ordularla”, tıpkı “yırtıcı, his yoksulu bir sırtlan kümesi” gibi” saldırıyordu.
Akif, Çanakkale’de bütün “akvâm-ı beşer”i saldırırken tasvir ediyor ama bunların tek ortak özelliklerinin “medenî” olmalarını söylüyordu.
İstiklal Marşı’nda Âkif “medeniyet” için “tek dişi kalmış canavar”, tespitini yapar. Safahat’ın başka kitaplarında da Âkif’in medeniyetin vahşetini zikrettiği ifadeleri vardır.
Âkif, daha 3-4 yaşındayken 93 harbi çıkmış ve yaşanan büyük felaketin hikâyeleri muhtemelen çocuk Âkif’in hafızasında yer etmişti.
1897 Türk-Yunan Harbi, 1912 Balkan Savaşı ve arkasından Birinci Dünya Savaşı ve 1919’da Millî Mücâdele… Âkif’in neredeyse 50 yılı savaşlarla geçmiş ve bu savaşlar hep güyâ “medenî dünya”nın barbarlara saldırıları şeklinde tezahür etmiştir.
Bütün hayatını neredeyse savaşlarda geçiren Âkif, teknolojik gücüyle insanlığın başına belâ olan medeniyeti, Çanakkale şiirinden itibaren kötülemeye başlamıştır. (Tabii Âkif’in kötülediği medeniyet, saldırgan medeniyettir. Ürettikleri teknolojiyi insanların refahı için değil, ölümü için kullanan teknoloji medeniyetidir.)
1921 yılında bu millete millî marş yazılması söz konusu olduğunda, Âkif, neredeyse son 9 yıl (1912 1921) özelinde ama 1877-78’den beri geçen zaman genelinde yaşadıklarını ve “medeniyet” idealize edilen şeyin mel’anetini de şiirine derc edecekti. Bu son derece normal bir tavırdır. 50 yılı savaşla geçen biri olarak toplumsal travmayı şiirine “medeniyet” merkezli olarak yansıtmasaydı; Âkif bu kadar güçlü bir şair olamazdı zaten.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.