Neyi Tartışıyorsunuz? 2
Tasavvufun ana konularını göz önüne aldığımızda, bütün bu ameli ve ahlâki esasların Kur'an’dan ve sünnetten alındığına asla bir tereddüt kalmaz.
Bir önceki yazımızda Kur’an ağırlıklı fikirlerimizi arz etmiştik. Şimdi de sünnet ile ilgili eserleri nazara vererek konuşalım.
Mesela, bir sufînin önem verdiği amellerden teheccüd namazı ve gece ibadeti, zikir, sohbet, oruç, Kur'an okuma, salihlerle beraberlik, nafile namazlar, hizmet vb.ni düşünelim. Mesela, tarikatlarda usul-ü aşere denilen tevbe, zühd, tevekkül, kanaat, uzlet, zikre devam, hakka teveccüh, sabır, murakabe, rıza gibi temel esasları ele alalım. Veya ibadet, takva, vera, sıdk, ihlas, fakr, şükür, kanaat, istikamet, mücahede, vecd, istiğrak, muhabbet, aşk, cezbe, havf, reca, huzur, marifet vb. gibi burada sayamayacağımız hal, edeb ve ahlaka dair olan kavramları inceleyelim. Görürüz ki bütün bunlar, Kur'an'ın ve sünnetin kavramlarıdır. Oralardan alınıp yorumlanmış ve yaşanmışlardır.
Eğer bunlar İslamî konular değilse, İslam nedir?
Karşı soru hazır; bunlar İslam ise, “Tasavvuf” demeye ne gerek vardır?”
Cevap da hazır: “Sevgili Peygamberimiz (sav) Efendimiz “iman” varken neden bir de “ihsan” dedi? Neden bir de “efdalu’l iman” dedi?
Bir okulu daha iyi tanımak için katlara, sınıflara ve şubelere bölmenin ve her birine bir isim vermenin ne mahzuru var? Bütün takıntı isim vermeye mi? Onun manasına, içeriğine bakılmayacak mı? Böyle yapmanın akılla, mantıkla, dilbilgisi kurallarıyla bir alakası var mı?
Boş boş tartışma yerine şimdi burada iki kesime de birer çift eleştiri getirelim:
Birisi zamane müritlerine; siz bu yoğun biçimde Kur’an ve sünnet okumalarından neden vaz geçtiniz? Neden dininizi okuyup öğrenmek için Kur’an ve tefsirini, hadis ve şerhlerini, siyer ve ahlak ilmini, fıkıh ve usul kitaplarını bıraktınız da bütün vakitlerinizi evliya menkıbelerine, keşif ve keramet kıssalarına harcadınız? Niye cahil kaldınız?
Diğeri de delilsiz mesnetsiz bildik beylik laflarla tasavvufu tenkit edenlere: Bütün İslam üniversitelerinde okutulan bu mübarek ilim dalına, Hind, Yunan, İran, Yahudi ve Hıristiyanlıktan kaynak arayacağınıza, işte konuları ve kavramları meydanda, neden onlara burnunuzun dibindeki Kur’an ve sünnetten delil aramazsınız?
Yoksa Kur’an ve sünnetten tarikatlarda usul-ü aşere denilen tevbe, zühd, tevekkül, kanaat, uzlet, zikre devam, hakka teveccüh, sabır, murakabe, rıza gibi temel esaslara delil aradınız da bulamadınız mı?
Evet, Kur’an ve sünnette nafile namazlara, oruçlara, seherlerde zikir ve istiğfara, tefekküre, murakabeye, sohbete, az yeme, az konuşma, az uyuma, halktan uzlette olmaya delil aradınız da bulamadınız mı?
Evet, neyi tartışıyorsunuz?
Bazı yorumlar üzerine şunu da not edeyim; ilim öğrenme yolları için kadim ülema “üçtür” der. Akıl, havass-ı selime ve haber-i sadık.
Laikler, haber-i sâdık’ı devreden çıkardılar. Bizim tasavvuf inkarcıları bakıyorum da aklı ve havass-ı selimeyi çıkarmışlar. Oysa bütün dünya daha bunların üstüne sezgiyi, rüyayı, telepatiyi, enerjiyi vs. konuşuyor.
Boş ver, kafa yormaya değmez değil mi?
Sanki Kur’an ve sünneti biliyormuş veya onda olanı anlıyormuş gibi “onda olmazsa kabul değil” diyorlar. Biz sahabe devrinden beri var olan bu “haricî” mantığı çok iyi biliyoruz. Oysa bir ilim onlarda olmazsa değil, onlara ters düşmezse de kabul edilebilir.