Üstadın kahramanları
CEMİL MERİÇ: Her kavmin bir Ulyis’i vardır. Seninki hangisi diye soruyor.
Bizim kavmin o kadar çok Ulyis’i var ki saymakla bitmez. Oğuz Kağan’dan tut, Asım’a kadar.
Fakat ümmetin de bir Ulyis’i var ki, o bir gerçek kahraman.
Enel Hak diyen bir kahraman. Kendi hakikatında boynunu veren bir kahraman…
Varlık sebebinde yok olan. Onunla var olan…
Necip Fazıl’ın Çile’sinde Kahramanlar diye bir bölüm var.
Dikkat ettiniz mi onların başında Mansur geliyor. Hallac-ı Mansur.
Enel hak dediği için canından olan ama cananını bulan ve kendini Hak’ta eriten mümin.
Üstad, Mansur şiirinde şöyle diyordu:
Mercan mercan uçuk dudağında kan
İnci inci soluk şakağında ter
Ne baş yedi ne kan içti bu meydan
Bu meydan âşıktan canını ister
Tatlıydı akrebin sana kıskacı
Acıya acıda buldun ilacı
Diyordun geldikçe üst üste acı
Bir azap isterim bundan da beter
Sana taş attılar sen gülümsedin
Dervişin bir çiçek attı inledin
Bağrımı delmeye taş yetmez dedin
Halden anlayanın bir gülü yeter
Üstadın dört kahramanından biridir Mansur. Biri Yunus, biri Zeybek, biri de zaten çok açık.
Nasıldı Mansur’un hikâyesi?
Hallâc-ı Mansûr, Enel-Hak sözünü söyleyince tasavvuf ilmine vâkıf olmayan zâhir ulemâ bu söze şiddetle karşı çıktı. Sözünü Halîfe Mu'tasım'ın yanına götürerek fesâd çıkardılar. O sırada vezir olan Ali bin Îsâ'yı ona karşı kışkırtarak aleyhine çevirdiler. Halîfe, Hallâc'ın bir sene zindana atılmasını emretti. Fakat halk yine ona gidip bâzı meseleler soruyordu. Daha sonra, insanların onu ziyâreti de yasaklandı. İbn-i Atâ'nın ve Ebû Abdullah bin Hafîf'in yaptıkları ziyâretler müstesnâ beş ay müddetle kimse onu ziyâret edemedi.
Nakledilir ki; bir gece Mansûr hazretlerini zindanda bulamadılar. İkinci gece ne zindan vardı ne de Mansûr... Üçüncü gece, zindan da Mansûr da yerindeydi. Kendisine bunun hikmeti suâl edildiğinde; "İlk gece O'nunlaydım, beni bulamadınız. İkinci gece, O benimleydi, ne beni ne de zindanı görebildiniz. Üçüncü gece, her şey yerli yerindeydi. Tâ ki mukaddes dînimizin emrini yerine getiresiniz. Beni idâm edesiniz diye." buyurdu.
Hallâc-ı Mansûr'un idâmına sebeb olan "Enel-Hak" sözü, onun tasavvuf yolunda sâhib olduğu kendi hal ve derecesine uygun ve kendi aşk sarhoşluğu içinde söylediği doğru bir sözdür. Zâhiren kelime mânâsı; "Ben Hakk'ım" demek olan bu sözün hakîki mânâsı: "Ben yokum. Hak vardır." demektir. Nitekim İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabının 2. cild 44. mektûbunda bu husûsu şöyle açıklamaktadır: "O büyüklerin "Her şey O'dur" demeleri, hiçbir şey yoktur. Yalnız O vardır demektir. Meselâ, Hallâc-ı Mansûr Enel-Hak (Ben Hakk'ım) dedi. Böylece, ben Hakk'ım, Hakk teâlâ ile birleştim, demek istemedi. Böyle diyen kâfir olur ve öldürülmesi lâzım olur. Onun sözünün mânâsı "Ben yokum, Hakk teâlâ vardır." demektir. İşte sofiyye her şeyi Hakk teâlânın isimlerinin ve sıfatlarının görünüşü, onların aynası bilir. Zâtın (kendisinin) bunlarla birleştiğini, zâtında değişiklik olduğunu söylemez. Meselâ, bir insanın gölgesi, kendinden hâsıl oluyor. Gölge, o kimse ile birleşmiş, onun aynıdır veya o kimse o gölge şekline girmiştir, gibi şeyler söylenemez. O kimse, kendi kendinedir. Gölge, onun bir görünüşüdür. Bu kimseyi aşırı seven, gölgeyi filân görmez. Ondan başka bir şey görmez. Gölge, o kimsenin aynıdır, diyebilir. Yâni gölge yoktur, yalnız o insan vardır, der. Bundan anlaşıldı ki, sofiyye, eşyâya, Hakk teâlâdan meydana gelmiştir. Hakk teâlâ değildir, diyor. O halde, sofiyyenin; "Her şey O'dur." sözleri; "Her şey O'ndandır." demektir ki, âlimler de böyle söylemektedir. İki taraf arasında bir fark yoktur. Yalnız şu fark vardır ki, sofiyye, eşyâya, Hakk'ın görünüşü diyor. Âlimler bunu söylemekten çekiniyor. Eşyâ ile birleşmek, eşyânın içinde bulunmak anlaşılmasın diye, bu sözü söylemiyor."
KISSA ve HİSSE
Hallac-ı Mansur “Ene’l-Hak!.. Ene’l-Hak!.. Ene’l-Hak!..” (Ben Hakkım!) diye diye inlerdi.
Halk ikiye bölündü. Bir kısmı zâhire göre hükmetti, Hallac-ı Mansur’u inkâr etti ve sözüyle dinden çıktığını ileri sürdü. Bir kısmı da Hallac-ı Mansur’un bu sözüyle benliğini reddettiğini ve Hakkı dilediğini savundu.
Hallac-ı Mansur mahkemeye çıkarıldı, hapse atıldı, kendisine işkence edildi.
“Ene’l-Hak deme! Hüve’l-Hak (Hak Odur) de!” dediler.
Hallac, “Bizim için de Hak Odur!” dedi.
İbn-i Atâ haber gönderdi:
“Özür dile ki zindandan çıkarsınlar!”
Hallac, “Ben ne dedim ki özür dileyeyim? Ben Halık’ı bırakıp halka yalvarmam!” dedi. Bir yandan da “Ene’l-Hak! Ene’l-Hak!” diye feryat ediyordu.
Bağdat uleması Hallac’ın katledilmesi için fetva verdi. Nihayet fetva gereğince Hallac idam edildi.
Şiblî, Hallac-ı Mansur’u rüyasında gördü ve sordu:
“Sana azap eden ve seni asan halka
Cenab-ı Hak nasıl muamele eyledi?”
Hallac:
“Benim hakkımda halk ikiye bölünmüştü. Bir kısmı benim hâlimi bilirdi. Bana şefkat ederdi. Bir kısmı da benim hâlimi bilmezdi. Şeriatı muhafaza ve Cenab-ı Hakk'ın emrini yerine getirmek için
bana azap ederdi. Cenâb-ı Hak her iki bölüğe de rahmet eyledi. Çünkü her ikisi de masumdu!”
Bir derviş rüyada gördü ki, şeytan Hallac-ı Mansur’u görünce şaşırdı ve şöyle dedi:
“Sen ‘Ene’l-Hak’ (Ben Hakkım!) dedin. Ben ‘Ene’l-Hayr’ (Ben hayırlıyım!) dedim. Sana rahmet olundu, bana lânet edildi.
Bunun hikmeti nedir?”
Hallac-ı Mansur şu cevabı verdi: “Sen enaniyetine güvendin ve benlik eyledin. Ben ise enaniyetimi inkâr ettim, benliği kendimden uzak eyledim. Benliğimi Hak'ta gördüm!”
Şeriatın kestiği parmak acımaz
Hallac-ı Mansur’un şeriatın kararına itiraz etmediği gün gibi âşikâr. Onun ben Hakkım demesi Hak’ta olmak anlamına geliyordu elbet, yoksa Tanrı iddiası mümkün müydü? Fakat hukuk yani şeriat halk için yaptırıma gitti. Gitmek zorunda hissetti. Mansur buna güldü geçti.
Bugün adaletten kaçmak için hem de üç kuruşluk şeyler için ne bahaneler uyduruluyor.
Ve de ne cana kıyıcılıklar var İslam dünyasında.
Müslüman toplumlar kendi mazisini biraz okuyup biraz yaşasa olmaz mı?
RUBAİ:
Müdir Fikir
Yekün hattını afetti kalemler çizemezdi
Müdir bir fikir olmuştu muallim çözemezdi
O san’attı bir ebru niyetinden bezemişler
Derinliksiz nasipsiz kuru bir göz göremezdi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.