Sahi(h) mi?
Geçenlerde Hadis-i Şerif olarak bildiğim “İki kişi küstükten sonra birbirinin ayıplarını ortaya çıkarması münafıklık alametidir.” sözünü kullandım. İtirazlar yükseldi. “Bunun kaynağı ne? Sahih mi?” Göz önünde meydana gelen, neresinden tutsak elimizde kalacak bir hadisenin içinde yer alan insanların etik/ahlaki davranışlarını sorgulamayan birçok insan, durup düşünmek yerine, oldukça doğru ve hayatımızın birçok alanına oturan bir sözü sorgulamayı tercih etti. İnsan bu, işine gelmez, kendisiyle yüzleşemez.
Yan yana görmediğim, dost olmadıklarını bildiğim insanların sağda solda birbirini çekiştirmesini doğru bulmasam da, biraz anlarım. Birbirlerini yeterince tanımadıkları için önyargıları vardır. Fakat bir arada olduklarında, hele ki gözümün önünde sıklıkla dostluktan, aşktan ya da davadan bahseden insanların yollarını ayırdıkları anda birbirini kötüleme hallerini hiç samimi bulmam. Onlar bana göre, çıkarlarının söz konusu olduğu yerde susmuş olanlardır. Çıkarları bittiğinde ortalığa dökülürler.
Dostun nasihat edeni, düşmanın mert olanı makbul. Müminin ise, diğer müminin olmadığı yerde onun itibarını gözeteni. Bunu da, Peygamber Efendimizle ilgili bir kıssada okumuştum, kaynağı ne bilemiyorum. İtibar hususundaki ince mesajı almak yerine, gıybetle yatıp kalkanlar, kaynak arayarak vakit kaybedebilirler. İtibarlarını da.
Devir eşyadan insana kapitalizmin devri. Bir eşya almakla, bir insanla “dost” olmak ne yazık ki aynı çizgide ilerliyor. Eşyanın son moda, insanın ise “popüler” olanını seçiyoruz. Yanlış mı? Maddi, manevi bir zorluk yaşadığımızda etrafımızda kalan insanlara bakalım. İşini kaybedenin, sadece aşını değil; “aşk”ını da kaybettiği bir çağda yaşıyoruz. Zor günümüzde yanımızda kalan kaç kişi var? Neyse, bunlar sıkıcı konular. Bir dostu kaybettiğimizde, yenisini bulmak kolay nasılsa. Vicdandan, insaftan, adaletten, merhametten uzağa düşen insan da tüketime dâhil bir şey artık. Tükenene kadar, insanlığı tüketebiliriz.
Üstelik siyasetçilerimiz bu konuda topluma yeterince örnek oluyor. Son birkaç gün üzerine düşünelim. Mecliste vekil maaşları yükseltilirken çoğunluğun ellerini havada gördük. Diğer zamanlarda aynı eller birbirinin kuyusunu kazıyor. Tuhaf değil mi? Düne kadar kol kola resim çektirenlerin, birbirine küstükten sonra piyasaya sürdükleri ses kayıtları ise halk tarafından dinlenme rekorları kırıyor. Bir anda ortaya dökülen ses kayıtlarını dinlemeyen kaç kişiyiz? Organize olup, birine kötülük edenler kimsenin yadırgamadığı insanlar oluyor üstelik. Toplum içinde başları dik, gururla gezebiliyorlar. Tecessüs harama dâhil miydi?
İnsaftan, vicdandan, adaletten, merhametten bahseden edebiyatçılarımızın söylevleri ise demode. “Albenili” kapaklarla piyasaya sürülmüş kitaplar ev, ofis dekorasyonlarımızın hoş bir parçası. Kur’anlar duvar süsü, ayetler ulaşamayacağımız kadar yüksekte. Âlimler renkli ekranlarda, suya sabuna dokunmadan halkı sakızın oruç bozup bozmadığı konusunda beş milyonuncu kez bilinçlendiriyorlar. Entelektüeller vazifeleri gereği “her şeye” muhalif. Sanatçılar gerçeklerden kaçıyor, fantastik bir dünya kurup orada oyalanıyor. Kişisel gelişimcilerin başarıya ulaşmak için kişiliğin olmadığı her yolu mübah kılan kitapları yok satıyor.
Çoğumuzun dilinden düşmeyen Allah’tan ise daima başkaları korkmalı. Sahi? Bunun kaynağı ne? Sahih mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.