Kudüs, Pakdil ve Romantikler
Her bir sokağında, adım başı üç semavi dinin izlerine rastlanan Kudüs seyahatimden evvel, üstad Nuri Pakdil’in Mektuplar kitabının 159. sayfasında yer alan “Kudüs sülüs harflerle yazıldığı gün anlarız Kudüs’lü olduğumuzu. Şimdilik İstanbul’la ovarak göğsümdeki sancıyı geçirmeye uğraşıyorum.” sözlerinin büyüsündeydim. Havaalanında buluştuğumuz üstad Pakdil, 81 yaşında, nihayet en büyük özlemi Kudüs’ü görecek olmanın sevinciyle “Saliha Hanım Kudüs’e gidiyoruz.” dediğinde ikimiz de coşku doluyduk… Mutluyduk… Kudüs’e gidiyorduk. Hayallerimizin, nebilerin şehrine. Aksa’nın bahçesindeki ardıçların gölgesine.
En son geçtiğimiz Ekim ayında Mescid-i Aksa’ya yapılan ve yüreğimizi parçalayan saldırı sırasında soluğu İsrail Konsolosluğu önünde almış biri olarak, Kudüs yolculuğum boyunca içimde bir Müslüman olarak üzerime düşen vazifeyi yerine getirdiğime dair bir his vardı. Konsolosluk önlerinde, eylemlerde “Filistin halkı yalnız değildir.” diye çokça bağırmış ben; uçaktan inip, Telaviv’den Kudüs’e doğru ilerlerken, işgalci İsral’in duvarlar ardına hapsettiği Filistin halkını ne kadar yalnız bıraktığımı anladım ilkin. Ve bütün Kudüs, Eriha, El-Halil, Nablus, Ramallah gezintilerimizde bu utanç yakamı bırakmadı. Sanıyorum bir daha da bırakmayacak…
Beş gün boyunca, bizi ağırlayan ve bölgeye hakimiyetlerine, çalışmalarına, içtenliklerine, güler yüzlerine ve sorumluluk bilinçlerine hayran olduğum TİKA ekibinden seyahat boyunca Filistin hakkında çok şey dinledik. Gördüklerimizle, duyduklarımız pekişti. Gezindiğimiz sokaklarda Türk olduğumuzu ilk bakışta anlayan ve yanımıza koşup “Erdoğan” diyen güzel gülüşlü çocuklardan, direnci yüzünün çizgilerine yerleşmiş analardan, kaderlerini gözlerinde bir nur gibi taşıyan babalardan çok şey öğrendik. Kudüs sokaklarında gördüğüm ve hissettiğim her şeyi, bu seyahatten sonra artık bir zorunluluk olarak hissettiğim Kudüs notlarımdan oluşacak kitabımda anlatacağım.
İşgalci İsrail’in zulmüne maruz kalan; insan değil ancak şeytan işi olabilecek bir şekilde kilometrelerce örülmüş, yetmemiş, üstüne elektrikli teller donatılmış duvarların ardında yaşayan Filistin halkını gördükten sonra, İstanbul’dan artık romantik cümleler kuramayacak biri olarak, şimdi başka bir konuya değineceğim. Bugün 81 yaşında olan, bu 81 yıllık ömrünün büyük bölümünü dünya nimetlerinin birçoğundan geri durarak geçiren, yılmadan, usanmadan bu topraklarda Kudüs sevgisini yeşerten, ahir ömründe nihayet Kudüs özlemini gideren Nuri Pakdil’in sevincini paylaşmak yerine, hakkında sağda solda eleştiriler yazanlara bir iki cümle söyleyeceğim. Evet; sizler Nuri Pakdil’i imza etkinliklerinde, televizyon kanallarında görmekten hoşlanmıyorsunuz. Gençlerin onu yeterince okumaması, sosyal medyada paylaşılan fotoğrafları da sizi rahatsız ediyor. Fakat hoşunuza gitmeyecek bir şey söyleyeceğim. Kendisi bütün bu olanlardan oldukça hoşlanıyor ve kesinlikle mutlu…
Ve Kudüs seyahatimde öğrendiğim en mühim şeyi tam da bu noktada paylaşmak istiyorum. Benim gördüğüm Nuri Pakdil, yakından gördüğüm Kudüs’ün ta kendisidir. Gördüğüm Kudüs ve Nuri Pakdil arasında hiçbirimizin arasında olmayacak sahici bir ilişki var. 13 yıllık suskunluğunda bugün hakkında çok şey yazanlar tarafından hatırlanmayan, bir satır zikredilmeyen Pakdil’in; Müslüman ülkelerle çevrili bir bölgede, duvarların ardında bir başına yaşamaya çalışan Filistin halkının ta kendisi olduğuna inanıyorum. Sadece Müslüman olduğu için zulme uğrayan bir halkın canıyla ödediği bedeli Pakdil bir insan olarak yaşamı boyunca ödemiştir. İtirazı olan, hayır öyle değildir diyen var mı?
Bugün artık Filistin’e baktığımda, yalnız bıraktığımız ve karşılarında sadece utanç duyduğum bir halk görüyorum. Ödedikleri bedelle övünmeye hakkım yok. Nasıl olsun? Bu benim gururlanacağım bir şey olamaz. Onlarla değildim. Ölmedim. Nuri Pakdil’e baktığımda da, ömrünün en dinç çağlarında birçok imkânlarından geri durmuş bir adam görüyorum. Bu da benim gururlanacağım bir şey olamaz. Yanında değildim. Yaşamadım. Her saniye zulme maruz kalan Filistin halkı, bugün yerini yurdunu kendilerine açık çek sunan İsraillilere terk edip gitmek yerine nasıl direnmeyi seçiyorsa; yaşına hürmet etmeden rencide edilen Nuri Pakdil de ömrünün en güzel çağlarında başka hayatı seçebilirdi. Ama seçmedi. Demek ki, Filistin halkı ve Nuri Pakdil de kimsenin üzerinde hak iddia edebileceği, romantik yakınmalarına malzeme edeceği varlıklar değil. Üzerlerinde hiçbir hakkımız yok. Olan buyursun.
Bundan böyle Filistin halkı ve Nuri Pakdil hakkında bir cümle kurmadan önce aynaya bakıp, kendime sadece şu soruyu soracağım: Ömrümün en güzel çağlarında nasıl bir hayatı yaşamayı seçtim? Önüme çıkan hangi nimeti reddettim? Kimlerle nasıl çıkar ilişkilerim var? Kendime hak gördüğüm ve istifade etmekten geri durmadığım şeyler, bir başkası için söz konusu olduğunda, ondan benim “rüyalarım” adına bir “diyet” ödemesini hangi hakla bekleyebilirim?
Üstelik benden hiçbir şey beklememiş, inancı doğrultusunda yaşamayı ve direnmeyi seçmiş, benim ancak hayalim olan bir hayatı capcanlı yaşamış biri söz konusuyken…
Hasıl-ı kelam; şimdi hepimiz için romantik rüyalardan uyanma, dönüp kendimize bir iki soru sorma vakti… Malum, hepimizin eleştirdiği şu “görüneni” konuşma işi çok kolay; “göstermediklerimize” bakmak ise bize sanırım nerede susacağımızı öğretir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.