İstikrarsızlığın İstikrarı!
Bu ülkede ciddi bir kriz yönetimi anlayışının olmadığı gerçeğinin tekrar gözümüzün içine sokulduğu birçok olağanüstülüğü peşi sıra yaşadık aynı gün içinde… Önce, altı saat boyunca tüm Türkiye elektriksiz kaldı! Tüm ülkenin saatlerce elektriksiz kalmasını açıklayamamak (hâlâ) ve bilgi akışı sağlayamamak en az kesintinin kendisi kadar ilginçti!
Ardından Adliye Sarayı’ndaki makamında koca bir Cumhuriyet Savcısı, kimden gaz aldığı belli olmayan iki tane şebek tarafından katledildi. Kurtarılması gereken savcı Mehmet Selim Kiraz’ın şehit edildiği, sorgulanması gereken teröristlerin öldürüldüğü; sonuçta herkesin öldüğü, lakin ülkeyi yönetenlerin “başarılı bir operasyon” olarak nitelendirdiği bu trajik süreç aklımıza merhum istihbaratçı Mahir Kaynak’ın bir iddiasını getirdi: “Hiçbir terör örgütü homojen değildir; her türlü istihbarat kurumlarının müdahale ve yönlendirmelerine açıktır. Bizdeki terör örgütlerinin attığı her adım mutlaka takip edilir!” Bu tespit ışığında hapisten yeni çıkmış iki kişinin hem de “canlı bomba” suçlusu iki kişinin, ellerini kollarını sallayarak bu eylemi gerçekleştirmesi, çelişkili resmi beyanlar, hastane ve otopsi süreçlerindeki muammalar vs. güvenlik sorununun ötesinde başka bir ciddi duruma işaret etmektedir!
Sürekli “aldatıldık”, “kumpas kuruldu” ve “büyümemizi istemeyenlerin neden olduğu…” mottolarını kullanan, kendisinden kaynaklanan mağduriyetlerden dahi fayda çıkarabilecek yeteneğe sahip bir yapının yönettiği Türkiye’de işler iyi gitmiyor! Kimin eli kim cebinde belli değil! Sıradan vatandaşın sokakta hatta evinde ne derece teminatsız ve dımdızlak kaldığının resmi bir kez daha ortaya çıktı… “Adalet” şartından sonra gelen ve toplumsal hayatın olmazsa olmazı olan “Güvenlik” konusunda yaşanan olumsuzluklar, sadece milleti değil bu şartları sağlayamayan devleti de yıpratıyor.
Genel seçime iki ay kala, geçmiş seçim öncesi yaşanılanlara benzer kaotik bir sürece girdik! Yine menfur ve elim olayların peş peşe yaşandığı bu kaotik süreçte “istikrar” kavramı takıntılı bir şekilde en değerli “şey” haline getirilmeye başlandı! Sadece değerli değil, en çok istismar edilen kavramlardan biri haline getirildi. Her türlü olumsuzluğun, gerginliğin hatta iktidar partisi dışında başka bir siyasi partinin oylarının arttırmasının bile istikrarsızlık kaynağı olarak gösterilmeye ve bu kavram üzerinden ciddi algı yönetimleri ve propagandalar yürütülmeye başlandı.
Muhalefetin haklı olarak yaşanan her türlü olumsuzluğu politik avantajlara çevirip “biz gelirsek bu sorunları çözeriz” merkezli propagandaları anlaşılıyor ama siyasi iktidarın “eğer istikrar sürmezse…” diye başlayan “bizi güçlendirmezseniz ülke olarak daha beterlerini yaşar, gelenin gideni aratacağı bir sürece mahkûm olursunuz” argümanlarıyla seçim stratejisi yürütmesi hiç ama hiç normal değil! Hatta oldukça tehlikeli..! Hem “toplumda korku ve kaygının artmasına neden olan olayların her seçim öncesinde artması siyasi iktidarın işine geliyor” tez ve inancı iyice yerleşiyor, hem de “gerginlik ve kargaşa yoksa çıkartılması gerek” istikametinde “otorite” taktiklerine ve stratejilerine kapı açıyor!
Bu yüzdendir ki; seçim arefesinde yaşanan tedhiş olayları ve gerilim ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Başkanlık Sistemi” için meydanlarda kalabalıklardan oy isterken seslendirdiği “400 milletvekilini verin ve bu iş ‘huzur’ içerisinde çözülsün!” beyanı arasında ilişki kurulup makyavelist (amaçlar araçları meşru kılar) denklemler ortaya atılıyor!
Hülasa;
Eğer devlet ve toplum içerisinde hükmedilemeyecek ve operatif müdahalelere açık bir alan bırakılmışsa bunun tek sorumlusu ülkeyi yönetenlerdir. Duruma vaziyet etmesi gereken icra makamındakiler sürekli şikâyet etmeye, bahane ve mağduriyet üretmeye başladıysa; yandı gülüm keten helva!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.