DHKP-C'nin kirli ilişkileri
DHKP-C’nin kanlı tarihini deşifre etmeye devam ediyoruz. Gün Sazak’ı katledenlerin Almanya’daki rahat yaşamları, örgütün Alevi kimliği ve diğer bilinmezlikleri… İşte tüm yönleriyle DHKP-C dosyası…
DHKP-C Kuruluyor
Örgütün lideri konumundaki Karataş’a yapılan darbeden sonra Dev-Sol’un yerine yeni bir örgütlenmenin kurulması çalışmalarına başlanmıştı.
Dev-Sol’un liderliğini ele geçiren Bedri Yağan Türkiye’de faaliyetlerine devam ederken, 6 Mart 1993’te İstanbul Kartal’da yapılan emniyet operasyonu sonrasında 4 yöneticiyle birlikte ölü olarak ele geçirildi.
Bedri Yağan ve arkadaşlarının hayatını kaybettiği olaya ilişkin önemli iddialar söz konusudur. Bunların başında da Dursun Karataş’ın, Bedri Yağan’ın kaldığı evi polise ihbar etmesidir. Bu durum örgütten giderek gücünü yitirmeye başlayan Dursun Karataş için bulunmaz bir fırsattı.
Bedri Yağan’ın ölümünden sonra, Dursun Karataş uzun yıllar destek gördükleri Suriye’ye giderek I. Kongre adı altında Devrimci Halk Kurtuluş Partisi Cephe’yi (DHKP-C) kurduklarını ilan etti. Ardından bunu Dev-Sol yandaşlarına, kadrolarına ilan ederek yeni yapılanmaya destek istedi.
SUİKASTLER
DHKP-C 90’lı yıllarda PKK’nın gölgesinde kalmış bir örgüttü. Bu durumdan kurtularak bir an önce kamuoyunda kendisini tanıtmak istiyordu.
Bu amaçla eski Adalet Bakanlarından Mehmet Topaç, Ankara’daki bürosunda DHKP-C’li teröristler tarafından öldürülüyordu. Topaç, DHKP-C tarafından öldürüldüğünde tarihler 29 Eylül 1994’ü gösteriyordu.
Sonrasında Dursun Karataş ve DHKP-C’ye yönelik emniyet operasyonları sıklaşıyor örgütün lider kadrosu yurt dışına kaçıyordu. Hakkında kesinleşmiş idam cezası olan örgüt lideri Dursun Karataş 26 Ocak 1995 yılında Fransa’da tutuklanıyordu. Türkiye’nin tüm taleplerine rağmen Fransa, Karataş’ı iade etmiyor ve örgütün yaşamasına devlet olarak destek veriyordu.
Bu olaydan yaklaşık 2 ay sonra Gazi olayları olarak bilinen İstanbul Gazi Mahallesi’nde şiddet olayları meydana geliyordu. DHKP-C bu olaylarda başrolü kimselere bırakmıyordu.
1996 yılında ise Sabancı Suikasti ile DHKP-C kamuoyunda oldukça tanınan ve bilinmezliklerle dolu bir örgüt haline dönüşmüştü. Sabancı Suikasti’nin sanıklarından Fehriye Erdal, üniversitede DHKP-C ile tanıştı. Cinayeti gerçekleştirdiğinde İstanbul Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Halkla İlişkiler Bölümü 2.sınıf öğrencisiydi.
Bu dönemden itibaren örgüte yönelik operasyonlarını sıklaştıran güvenlik güçleri birçok bölgede DHKP-C’ye göz açtırmıyordu. Örgüt, çok sayıda militanını kaybediyor ve cezaevlerinde yapılanmaya başlıyordu. Artık DHKP-C’nin etkili olduğu yerler cezaevleriydi.
2000’li yılların başında F tipi cezaevlerinin açılması ve birçok örgüt mensubunun buralara yerleştirilmesi gündeme gelmişti. DHKP-C bu durumu protesto ediyor ve “ölüm orucu” adını verdikleri eylemlere başlıyordu.
Örgütün son yıllardaki hafızalardan silinmeyen kanlı eylemleri arasında 1 Şubat 2013'te ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'ni hedef alarak kanlı saldırısı olmuştu. Olayda saldırgan Ecevit Şanlı el bombalarını patlatmış, güvenlik görevlisi Mustafa Akarsu hayatını kaybederken, gazeteci Didem Tuncay ağır yaralanmıştı. DHKP-C, kanlı saldırılarının yanı sıra taciz eylemleriyle de biliniyor. Özellikle Emniyet Genel Müdürlüğü'ne ve bazı polis merkezlerine roketli saldırının yanı sıra AK Parti Genel Merkezi'ne 19 Mart 2013 tarihinde lav silahıyla saldırması uzun süre gündem olmuştu.
GÜN SAZAK’I ÖLDÜRENLERİN KAFETARYA KEYFİ
1990 sonrası dönemde DHKP-C adıyla terör estiren örgüt, 1980 öncesinde Dev-Sol adıyla faaliyet yürütüyordu.
Eski Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak evinin önünde arabasından indiği sırada çapraz ateşe tutularak şehit ediliyordu…
Gün Sazak, bakanlığı döneminde; kaçakçılığa, rüşvete, mafyaya ve ranta savaş açmış bir isimdi.
Suikast, örgüt lideri Dursun Karataş’ın onayıyla yapılmıştı.
Saldırıdan 10 ay sonra 3 Dev-Sol üyesi yakalandı.
Yakalananlardan birisi ömür boyu, diğer iki isim ise 5 ve 6 yıl hapis cezası almışlardı.
Ancak saldırının asıl failleri yurtdışına kaçmıştı.
Asıl failler, Dev-Sol Ankara Sorumlu Mehmet Edip Eranıl, Hacı Eliaçık, Cengiz Gül ve CHP Milletvekili Ahmet Altun’un kardeşi Cemal Kemal Altun’du.
Altun bir süre sonra Almanya’da yakalandı. Yargılamalar sırasında şüpheli bir şekilde mahkeme salonunun camından atlayarak intihar etti.
Gün Sazak’ın katilleri yurt dışına çıktıktan sonra Belçika, Fransa ve Almanya gibi ülkelerde ikamet ettiler.
Söz konusu ülkeler tıpkı PKK teröründe olduğu gibi Gün Sazak suikastinde de Türkiye’nin aleyhinde bir tavır takındılar.
Sazak’ın katilleri 1980’den bu yana AB ülkelerinde ellerini kollarını sallayarak dolaşmaya devam ediyorlar.
Katillerden biri olan Cengiz Gül’ün Belçika’da yaşadığı biliniyor.
Ama asıl ilginç olan ise suikastın en önemli ismi olan dönemin Dev-Sol Ankara Sorumlusu Mehmet Edip Eranıl’ın durumu.
Eranıl, MİT tarafından yıllardır takip ediliyor ve 2008 yılında Almanya’da izine ulaşılıyor.
Duisburg’da ikamet ettiği ve ‘Ay Cafe’ isimli bir kafeteryayı işlettiği tespit edilen Eranıl hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor. Türkiye, Alman makamlara iadesi için çeşitli girişimlerde bulunuluyor.
Ancak Alman yetkililer Eranıl’ı Türkiye’ye iade etmiyor!
Gün Sazak suikastının faili meçhul kalması Türkiye’nin büyük bir ayıbıdır.
Devlet, bakanlık koltuğunda üstün hizmetler gösteren ve aynı zamanda taşıdığı siyasi kimlikle büyük bir kitleyi temsil eden Sazak’ı koruyamamıştır.
Sazak suikastıyla ilgili gerekli soruşturmalar ve girişimler yapılmamaktadır,
Almanya katilleri vermeye yanaşmamaktadır.
Ancak bu durum Türkiye tarafından kabul edilebilir görülmektedir ki, bir tek siyasi çıkıp da konu hakkında açıklama yapmamaktadır.
DHKP-C ALEVİLİK İLİŞKİSİ
1980 öncesinin sol örgütlenmelerinin birçoğu 1990 sonra işlevsiz, ideolojisiz bir kimliğe bürünmeye başlamıştı. Etnik kimliklerin ya da dini farklılıkların suistimal edilmesiyle kendilerine yaşam alanı sağlamaya çalışan bu yapılar, propagandalarını da bu temelde geliştirdiler.
PKK, Kürt kimliği üzerinden yaptığı açılımlarla kendisine yaşam alanı açmaya çalışırken, DHKP-C bu konuda biraz daha başarısız bir görüntü çizdi. Irkçılığı reddetmesine rağmen Kürt ırkçılığına göz kırpıyor, Alevi kökenli vatandaşların arasına gizlice sızarak propaganda yapıyor, üniversitelerde sol görüşlü öğrencileri kendi saflarına katmaya çalışıyordu.
Aynı zamanda örgütün etkinlik alanlarının sınırlanması ve belirli mahallelere sıkışan eylemler DHKP-C’nin büyümesinin önünde engel teşkil etti. Bu kapsamda örgüt yayınlarında yer verilmemesine ve söylemlerine yansımamasına rağmen Alevi kimliği üzerinden Marksist-Leninist bir örgüte dönüşmek istendi.
DHKP-C “Alevi” kimliğini suistimal ederek, kandırmaya çalıştığı vatandaşlar arasında sadece belirli mahallelerde etkinlik kurabildi. İstanbul Gazi Mahallesi, Maltepe, Gülsuyu gibi bölgeler örgüt tarafından “kale, kurtarılmış bölge, bizim mahalle” gibi ifadelerle tanımlanıyor.
Bu durum örgütün kullandığı sembollere de yansımış durumda. Kırmızı kuşakların ve bantların kullanılması, yapılan görsel propaganda çalışmalarında “güneş” figürüne yer verilmesi, hayatını kaybeden örgüt militanlarının genellikle cemevlerinde düzenlenen törenlerden sonra defnedilmeleri dikkat çekiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.