Vurun Avukatlara!
Çağlayan Adliyesinde yaşanan terör saldırısının, avukatlıkla ve avukatlarla hiçbir ilgisi olmamasına rağmen, teröristlerin kullandığı yöntem bahane edilerek avukatlık mesleğine yönelen bir algı operasyonuna dönüşmesi ve neredeyse bu elim olayın faturasının avukatlara kesilmesi avukatları hayli üzmüş durumdadır.
Devletin en tepesinden gelen “Bal gibi aranacaklar…” mesajıyla, sanki bu elim olay ve güvenlik zafiyeti, avukatların adliyeye giriş prosedüründeki ayrıcalıkları yüzünden oluşmuş havası verilmiştir. Bu durum, müthiş kuşkular barındıran bu travmatik olayın aydınlatılması sürecini sulandırmaya yetmiştir! Başta istihbari önlemler olmak üzere diğer güvenlik prosedürleri doğru düzgün uygulanmışta, bir tek avukatların “kanunla” elde ettikleri ayrıcalık yüzünden bu elim olay gerçekleşmiş gibi hava vermek; ahlak, vicdan ve insaf sınırlarını zorlamaktan başka bir şey değildir.
Teröristin biri avukatlık cübbesini kolunun altına sokup sahte kimlikle giriş yapması niçin tüm avukatları töhmet altında bıraksın ki? Asıl alınması gereken önleyici tedbirler alınmadığı müddetçe, kötü niyetli birisi oraya silah sokmak isterse; güvenlik görevlisi, polis, jandarma, hâkim-savcı gibi meslek gruplarının sahte kimlikleriyle rahatça içeri girebilir… Mesela Ankara Adliyesi’nde avukatlar kimliklerin dijital okuyuculara okutulup açıldığı turnike sistemi sonrası içeri alınıyor. Bu turnikeli geçiş tedbiri Çağlayan Adliyesi’nde alınsaydı sahte kimlik gösterilip bir mesleğin ve mensuplarının töhmet altına bırakanlara fırsat verilmezdi..!
Gelelim işin teknik boyutuna:
1-) Bir kere Türk Ceza Kanunu’nun 6. Maddesine göre (TCK6/d - Yargı görevi yapanlar kapsamına; yüksek mahkemeler ve adlî, idarî ve askerî mahkemeler üye ve hâkimleri ile Cumhuriyet savcısı ve avukatlar girerler…) Hâkim ve Savcı hangi pozisyondaysa “savunma hakkının temsilcileri” Avukatlarda aynı pozisyondadır.
2-) “Avukatların üstü aranmaz” hakkı kanuni bir ayrıcalıktır. (Madde 58 - Avukatların avukatlık veya Türkiye Barolar Birliği ya da baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya göreve sırasında işledikleri suçlardan dolayı haklarında soruşturma, Adalet Bakanlığının vereceği izin üzerine, suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcısı tarafından yapılır. Avukat yazıhaneleri ve konutları ancak mahkeme kararı ile ve bu kararda belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısı denetiminde ve baro temsilcisinin katılımı ile aranabilir. Ağır cezayı gerektiren suçüstü halleri dışında avukatın üzeri aranamaz)
Ayrıca avukatlar bu ayrıcalığı sadece “görev” yaptıkları Adliyelerde kullanırlar. Mesela havaalanlarında veya cezaevi girişlerinde herkes gibi aramaya tabi tutulurlar…
3-) Kanunla verilen bu ayrıcalık herhangi bir siyasinin veya otoritenin beyanıyla değil yine kanunla kaldırılır.
Hülasa
Malumunuz adliyelerin önünde bir elinde terazi, bir elinde kılıç ve gözleri kapalı bir bayan heykeli vardır… “Kılıç” adaletin verdiği cezaların caydırıcılığını ve gücünü, “Terazi” adaleti ve bunun dengeli bir şekilde dağıtılmasını, “Kadın” bağımsızlığı, “Gözünün Bağlı” olması da tarafsızlığı simgelemektedir…
Keşke adalet şaşmaz bir terazinin, titremez bir iradenin ürünü olabilse… Ama hayır öyle olmuyor her zaman… Adalet her zaman tecelli etmiyor; bu gözü bağlı kadının gözünü bağlayan bez bazen açılabiliyor ve nüfuz-servet-güç-otorite sahipleriyle göz göze gelebiliyor! Böyle durumlarda “vicdan”ın sesi bastırılabiliyor! Sonrasında elindeki kılıcı kontrolsüzce sallayıp, bizzat ‘adalet’in kendisini de doğrayabiliyor!
İşte o vakit; “savunma” makamının da “iddia” makamı gibi elzem ve kutsal bir kurum olduğu, bazı “ayrıcalıklar” görmesinin nedenleri ve daha fazla yıpratılmamasının lüzumu daha iyi anlaşılıyor!
Neticede; ideoloji, parti, cemaat, ekol ayırımı gözetmeksizin “adalet” ve “savunma” bir gün herkese lazım olabilir! Ayrıca Martin Niemöller’in “beni almaya geldiklerinde sesini çıkaracak kimse kalmamıştı...” hikâyesini de akıldan çıkarmamak lazım!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.