Sıra Mezhepçilikte
M.Ö. 320 yıllarında yaşayan Büyük İskender 32 yaşında içkiden rahatsızlanarak öleceği esnada imparatorluğu kime bırakacağı hususu sorulduğunda "En güçlünüze" demiş.
Demiş mi demiş! Sonra da kimi kastetmiş kimi kast etmemiş tartışmaları kızışınca koca imparatorluk dört parçaya bölünmüş gitmiş. Şimdi gelin, M.Ö. 320 yılında olan bu olayın suçlusunu, haklısını arayalım.
Aramaya kalkışsak bile kimin işine yarayacak?
Hadi bakalım, Kabil mi haklı Habil mi haklı?
Hz. Ali(ra) üzerinden yürütülen fitnevizyon mezhepçilik de onun gibi bir şey...
1400 yıl öncesinin halifeliğini tartışıyoruz! Halifelik Hz. Ali efendimizin hakkıymış da Hz. Ebubekir bu hakkı gasp etmiş. Allah’tan (cc) korkun, kuldan utanın…
Malum odak, nereden yemleniyorsa mesaisini bu tip bir fitneye hasrederek ümmeti karıştırmak, takıştırmak peşinde... Ellerinde kitaplar, broşürler gördüklerine veriyorlar.
Tam bir Lavrens oyunu.
İslam aleminde sürekli fitne çıkardığı için cennet mekân Yavuz Selim, Şah İsmail’in çenesini düzeltti, yoksa Şia mezhebine karşı olduğu için değil.
Ehli sünnet sahabeye olduğu gibi İmam Ceferi’ye de hürmet eder, saygı duyar.
Bana verdikleri ve de fitneciliğe davet ettikleri broşürün birinde yazıyor. Allah Resulü (sav) Gadir-i Hum’da hutbe okumuş, demiş ki:
“Ey insanlar, ben sizler için açıkladım ve sizlere anlattım. Benden sonra sizlere anlatacak olan Ali’dir. Biliniz ki ben, hutbenin sonunda sizleri biat etmek ve onu ikrarda bulunmak için elinizi uzatmaya davet ediyorum ve benden sonra da sizleri kendisiyle biatleşmeye davet ediyorum.”
Alakası olmayan ayetleri çarpıtarak sahabelere ağır ithamlar, lanetlemeler…
Mekke’de Azeri Dr. Selim isminde bir milletvekili ile tanışmıştım. Kendisi ve hanımı Türkiye’de tahsillerini yapmışlar, düzgün bir Türkçeleri vardı…
Öğle yemeğine hanımla beni İranlı hacıların bulunduğu büyük bir merkeze davet etti.
Öğle yemeğini orada yedik, bir kısım mollalarla seyitlerle konuştuk, profesör hanımların sıcak ilgilerini gördük, yerde oturarak çayımızı içtik, namazları kıldık, sonra da Tahran Üniversitesi’nden Profesör Mehdi Hadavı Tahranı isminde birisi ile tanıştırdılar.
Sarıklı, sakallı genç ve güzel bir insan...
Dr. Selim’le tercüman aracılığı ile sohbet ederken sıra Hz. Ali efendimizin halifeliğine geldi. “Hz. Ebubekir efendimiz Allah Resulü’nün vasiyetine uymayarak Hz. Ali efendimize ve ehli beytine çok büyük haksızlık etmiştir” deyince, nutkum tutuldu.
Dedim ki, “Bakın, sizin bahsettiğiniz sahabeler Allah Resulü’nün sağ kolu, Aşere-i Mübeşşere’den. Siz şimdi, Ebubekir gibi bir dehanın Allah Resulü’nün vasiyetine uymadığını söylemekle beni Mushaf (Kur’an) hakkında şüpheye düşürdünüz.
Öyle ki buraya hac farzımı yapmaya geldim, Allah korusun şu sizin beyanınız karşısında imansız gideceğim, beni lütfen düzeltin!”
Yanımdakiler şaşırdı, hoca da şaşırdı.
“Ebubekir gibi bir sahabenin Allah Resulü’nün vasiyetine uymadığını söylemekle aklıma şu geliyor. Allah Resulü’ne itaat etmeyenler ola ki (haşa) Kur’an’ı da kendi kafalarına göre toparladılar!
Öyle ya, onu yapan bunu neden yapmasın?”
Bir müddet sustuk, sonra da üsteledim: “Hocam, sizden cevap bekliyorum. Hem de sözünü ettiğiniz Hz. Ali ve diğer sahabeleri siz ne zannediyorsunuz? Allah Resulü vasiyet edecek de Ömer, Osman, Ali ve diğer yüzlerce sahabe (ra) susacak öyle mi?
Bunca sahabeye bühtan değil mi? İftira değil mi?”
Hoca hemen atıldı “Kardeş, bu konuyu değiştirelim” dedi.
En iyisi de konu değiştirmek, bu konuları tarihe terk etmek…
Ehli sünnet inancına göre, Allah Resulü’nün üzerine değen bir rüzgâr bile kıymetlidir, baş tacıdır, değil ki Ehli Beyt’e karşı olmak…
“Ashabıma dil uzatmayın” buyuruyor Allah Resulü (Müslim, Fedailü’s Sahabe 221).
Uzatanların dili kurusun...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.