Kerim’i Hatırladınız mı? Dâvâ Delisi Kerim’i?
Kerim, yani “dâvâ delisi Kerim”, Mustafa Kutlu’nun Ya Tahammül Ya Sefer adlı seri hikâyesinin kahramanıdır. Kitap 1983’te yayınlandığında, araya 12 Eylül darbesi girmiş olsa da hâlâ “fenâ fi’d-dâvâ” olan gençlerdik ve bu kitap da sanki bizleri anlatıyordu.
Hikâyede metruk bir İstanbul medresesinde faaliyet gösteren dernek, yanında cami ve karşısında ayakkabı tamircisi vardır. Ve hikâyenin omurgası olan “dâvâ delisi Kerim”…
Kerim, yetim olduğu için Murat’ın yanına verilmiştir. Murat da onu dernek işlerinde çalıştırmaktadır. Kerim, bir yandan da karşıdaki ayakkabı tamircisinin yanında çalışmaktadır.
Dâvâ’nın “dâvâ” olduğu günlerde, derneğe bir sürü genç gelir gider. Dâvâyı anlatan dergi çıkarılır ve bütün Anadolu’ya gönderilir. Hocalar gelip dernekte “dâvâ konferansları verirler. Dernek her zaman ağzına kadar “dâvâ arkadaşları”yla doludur.
Heyecanlı günlerdir canım…
Aradan zaman geçer…
“Dâvâ” adamlarının okulları biter her biri bir yerde iş sahibi olup konforlu bir hayat sürerler. Kerim aynı Kerim, Murat aynı Murat’tır ve günü gelir Murat da “Benden buraya kadar!...” deyip derneğin anahtarını Kerim’e verir ve ortalıktan kaybolur.
Yıllar geçer…
Dernek bakımsızdır; mescit kapalıdır. Gündüz gördüğü rüyada bile derneğin ve mescidin açıldığını gören Kerim, düşten uyanıp hakikatle karşılaşınca, büyük bir yıkıma uğrar.
Vaktiyle dernekte konuştu mu mangalda kül bırakmayanlar, dergiye ilan vermemek için kıvranırlar. Ve daha sonra derneğe vefâ kabilinden uğrasalar da, artık umursamaz biri olmuşlardır. Akıllarında dâvâ yoktur artık; konfor, mevki, makam (Erzurumlu derviş Yusuf, o çelebi Yusuf bakan olmuştur ve ortalıkta “Küçük dağları ben yarattım; büyükler de dedemden kalma.” dercesine dolaşmaktadır.)
Hikâye bu minval üzere devam eder. Hâsılı acı bir hikâye, daha doğrusu, acısı yeni çıkan bir hikâyedir.
Bu hikâyede, Kutlu’nun yazdıkları vardır; son okuyuşumda (geçenlerde okudum) fark ettim ki, Kutlu’nun yazmadıkları da var bu hikâyede ve hikâyenin etkisi, daha çok yazmadıklarında.
Hikâyeyi bilen ve dışarıdan bakan biri, bizleri, yani vaktiyle “dâvâ delisi Kerim”lerle beraber olup da şimdi profesör olanları (Hikâyede Asım, profesör olur.), konformizme kapılmış insanlar zannedebilir. (Kendi adıma ve yakından tanıdığım bazı arkadaşlarım adına söylüyorum, bizler asla Kerim’i unutmadık; hatta yetim Kerim’in; “dâvâ delisi Kerim”in hikâyelerini bizler yaşadık.)
Bu ülkede “dâvâ”sı olanlar 2 defa güçlü bir şekilde iktidar oldular; 1999 ve 2002… İkisinde de Kerimler hep zavallı kaldı.
Gece gündüz “dâvâ” diye dövünen, dâvâyla yatıp dâvâyla kalkan; hayatını sadece dâvâya göre şekillendiren Kerimler, George Orwell’in Hayvan Çiftliği’ndeki çalışkan ve fedâkâr at Boxer gibi, (Bir gün de Hayvan Çiftliği ve Boxer’ı yazarız inşallah) ömürlerini feda ettiler ama onların ömürlerinin üzerinde yükselen hep başkaları oldu. Yükseldikten sonra dâvâyı da unuttular, medreseyi de mescidi de, Kerim’i de…
Tam bu günlerde de, en çok konuşanlardan biri Kerim. Çok heyecanlı, tertemiz niyetli, dupduru düşüncelerle coşmuş vaziyette… Ama Kerim “dâvâ” derken, uğruna hayatını heba ettikleri “inşaat” diyor.
Kutlu bu kitabı ya çok erken yazmış veya yıllar öncesinden bugünü görmüş ve çuvaldızı kendimize batırmamıza işaret etmiş gâliba.
Milletvekilliği kavgasının arttığı şu günlerde, ben de Kerim’i hatırladım da, ondan yazdım bu yazıyı.
Ne dersiniz sevgili Erdal, sevgili Alaattin ve sevgili Cüneyt?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.