İnceldiği Yerden Kopsun!
Siyasi iktidar bu kez 2008-2010 yılları arasında olduğu gibi “Ermeni Açılımı” telaşında değil… Erken başlayan soykırım iddiaları tasallutuna karşı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “bir kulağımızdan girer öbür kulağımızdan çıkar” tavrında sebat ettiği için birilerinin gıkları çıkmıyor! Azcık yüz bulsalardı; Kezban Hatemi’ler, Hilal Kaplan’lar, “her şey çok güzel olacak”çı “Açılımların Efendisi” Beşir Atalay ve avanesi, sığ solcular, ayrılıkçı kürtçüler, kozmopolit İslamcılar ve bu topraklarda yetişen ne kadar kelek sebze varsa hepsi şu anda ‘soykırım network’ü içerisinde “Hepimiz Ermeniyiz propagandası yapıyor olacaklardı!
Gerçi suçsuzluğun verdiği hazdan ziyade, suçlu olma duygusu daha baskın gelen “Ermenilerin soylarını kırdığımızı kabul etsek de bir rahatlasak” diyenler yok mu? Var! Bir Ermeni gördüğünde “şöyle başımızı eğip doya doya utansak” diye düşünen tipler yok mu? Var! Hatta “Türkler Kürtleri de Ermeniler gibi kıtır kıtır kestiydi…” altyapı çalışması içerisinde salak salak beyan veren “âkillerimiz” yok mu? Var!
Düşünsenize… 1915 yılında Osmanlı çepeçevre ateş altındayken, savaş hatları arkasındaki Ermeni silahlı isyan gruplarının sabotaj ve kıyımları (askeri gereklilik’ten ötürü) “tehcir” kararını zorunlu kılmıştı. Zamanın hükümeti, savaş dönemi şartlarında cephe savaşı verdiği Rusların, İngiliz ve Fransızların maşalığını yapan isyankâr bir grup insanı yerlerinden edip başka yerlere taşıma “hakkını” kullanmıştı. Ne yapsaydı yani? Bizzat Ermenilerin akıl almaz işkencelerle yüklü kıtal hadiselerine dair resmi raporları, yabancı devlet temsilcileri ve gözlemcilerinin raporları hatırları apaçık ortada… Yıllardır Türk tarafı “gelin bu meseleyi tarihçiler tartışsın, arşivlerimiz herkese açık” derken kaçan ve her sunulan argümana yalan diyerek burun kıvıran Ermeni tarafı Avrupa Parlamento- su’nun bu yöndeki tavsiyesine mi uyacak? Kesinlikle hayır!
Neymiş efendim, özür dilenmeliymiş… Mesele üzüm yemek değil ki, bağcıyı pataklamak! Tıpkı Çözüm Sürecinde olduğu gibi; önce sahte barış edebiyatları, ardından toprak talepleri, sınır anlaşmaları, tazminatlar, “üçün göz”ler falan filan…
Hülasa…
Hani “inceldiği yerden kopsun” deriz ya… Genelde iş bu raddeye geldiğinde bu sözü söyleyen üstünlüğünü korur ve dizginleri elde tutar, “hem suçlu hem güçlü” takılan taraf ise bu “rest”in altında kalır! Umursamamak da bir tavırdır lakin bir yere kadar etkilidir… Her devlet “zarar verme” potansiyeli üzerinden mesafe almaya çalışıyorken Türkiye niçin bu potansiyelini kullanmasın?
Bakınız bir iki hafta sonra ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi aşamasından sonra sözde “soykırım“ tasarısını kabul etme kararı ABD Genel Kurul gündemine alınacak… Mesela o günlerde başta TBMM olmak üzere; yerel meclislerimizden tutunda, birlik ve oda meclislerimize kadar tüm kurumlarımızdan ABD’nin ispaniklere, kızılderilere ve zencilere yaptığı zulmü kınama kararları çıkartılıp dünyaya deklare edilemez mi? ABD ile yapılan Ortadoğu ve Afganistan’daki askeri ve siyasi anlaşmalardan tutun, üslerin kullanımıyla alakalı konuların “yeniden” gözden geçirileceği bir süre başlatılamaz mı? Mesela herkesin “denge” ve “müttefik” hesabı yaptığı bu günlerde “…bu aşağılayıcı ve kabul edilemez bir durumdur. Bunu kabul edemeyiz! Bu durumun sürmesi halinde bir NATO ülkesi olarak NATO ile ilişkilerimi tekrar gözden geçireceğim” denemez mi?
“Bekâra karı boşamak kolaydır. Devletler arası ilişkilerde bu işler böyle yürümez” diyerek ve birilerinin cephe ülkesi olarak görünerek bölgesel ve küresel saygınlık sağlanmıyor! Kimsenin düşmanlarını düşman, dostlarını dost kabul etmek zorunda değiliz! İğrenç bir lobinin baskısı sonucu alınan kararlarla Türkiye’yi hırpalayanlara karşı, gerekirse bedel ödemeyi göze alarak, mütekabiliyet hakkımızı sonuna kadar kullanmalı sahip olduğumuz tüm “zarar verme” potansiyelimizle duruma vaziyet etmeliyiz!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.