İttihâtçılar ve Ermeniler: Hırsız Evden Olursa Kapı Kilit Tutmaz
Ermeni meselesi ile ilgili roman yazan bir târihçiye, kitabını tanıttığı toplantıda, “Kitabınızda ittihâtçıları aklama gayretinizin sebebi ne?” diye sordum. Hoca, bana, PKK ile cevap verdi. Sonra da şöyle bitirdi: “Onların aklanmaya ihtiyâcı yok. Zâten aktılar.”
Hoca cevap verirken sesinin rengi de yüzü de değişti. Gözler irileşti. Böyle bir soru beklemiyordu. Elektrik göndermeyi de ihmâl etmedi. Şunu demek istedi bana: “PKK’lılara yüz verenler bu soruyu soramaz.”
İttihâtçı zihniyette olanlara, ittihâtçıların memleketi nasıl mahvetttikleri ile ilgili soru sormayacaksınız. Böylelerinin fikir nâmusunu sorguladığınızda öylesine saldırgan bir tavır alıyorlar ki bilim milim hak getire. Bildiğiniz gibi, “Yoksa sen AK Partili misin?” saldırganlığına sığınmak son yılların en genel geçer modası. Bu da aynı taktik. İttihâtçılara karşıysanız AK Partilisiniz. Dolayısı ile PKK’lı. Hani, âilemde bizzat dağ başında PKK ile savaşan birisi olmasa “Yoksa ben gizli PKK’lı falan mıyım?” diye kendimden şüphe edesim geldi. Komik olan şu ki iktidâr karşıtlığı uğruna, PKK’lılarla aynı çizgiye gelebilenler de bunlar.
Hocanın sorulmasından rahatsız olduğu “zâten ak olan ittihâtçılar”ın, Ermeni meselesine katkılarına bir bakalım.
Meseleyi, Armen Garo ile îzâh edelim. Asıl adı Karakin Pastırmacıyan. 1872 Erzurum doğumlu. Yurt dışında okurken Taşnaklara dâhil oldu. İsyânlara katılmak için ülkeye dönünce, 1896’da Osmanlı Bankası’nı basanlar arasında yer aldı. Baskın sonrası yurt dışına kaçtı. Hâin mi hâin bir herif. 1915 Van Ermeni isyânına da katıldı.
Başı da sonu da eşkıyâ olan bu hâin, 1908’de yurt dışından dönüp Erzurum vekili olarak Meclis-i Mebûsân’a girdi. Düşünsenize, yıkmak istediği, bankasını bastığı devletin vekili olup maaş aldı.
Bu meclis 2. Meşrûtiyet Meclisi’ydi. Hani, Enver’in, Cemal’in, Niyâzi’nin, yâni ittihâtçıların eşkıyâlar gibi dağa çıkarak îlân ettirdiği Meşrûtiyet’in meclisi. Kendi hakanımız dururken bir kısmı İngilizlerin, bir kısmı Almanların peşine takılarak memleketi uçuruma götürdüler. Karakin Pastırmacıyan gibi bir sürü Ermeni Rum, Sırp, Arnavut eşkıyânın Meclis’e girip palazlanmasına sebep oldular. Sultan bu durumu vaktiyle gördüğü için Meşrûtiyet’i ilgâ etmişti. Geriye iâde etmesi yetmedi. Yahudi ve Ermenilerin kini bitmedi. Garip olan şu ki ittihâtçıların kini, onlardan geri kalır değildi. Cemal, Enver ve Talat beyler, azınlıklarla berâber hal’ karârını çıkarttılar. İttihâtçılardan korkan vekiller sustu. Hâl’ karârını çıkartanlar, Pâdişâh’a iletmek için azınlıklardan dört temsilci seçtiler. Aram Efendi, 1905’de Sultan’ı öldürmeyi başaramayan Ermenileri temsilen heyetin içinde yer aldı. Yarım kalan işlerini tamamladı. Sultan’dan kurtuldular.
İttihâtçıların devr-i iktidârında, ülke mahvoldu. Savaştan savaşa savrulup parçalandı. Yıllar sonra çok pişman oldular. Oldular ama, bâde harâbü’l-Basra… Ermenilerin ihânetlerini, isyânlarını durdurabilmek için tehcir karârını aldılar. Osmanlı Devleti’nin 1. Cihan Harbi sonunda teslim olacağını anlayınca da bir gece yurt dışına kaçtılar.
Üç ittihâtçı da yurt dışında Ermeniler tarafından öldürüldü. Ne diyelim hem Sultan’ın hem Müslüman Türklerin âhı..
Kendisi de bir ittihâtçı olan Rıza Tevfik’in, herşeyi “dümdük” itirâf ettiği, “2. Abdülhamid Han’ın Ruhâniyetinden İstimdâd” şiiri ortadayken, şimdiki ittihâtçıların geçmiştekileri aklama gayretleri nâfile.
İttihâtçıların, hakanlarına ve ülkeye ihânetleri öyle bir kara leke ki pişman olmaları ve Ermeniler tarafından öldürülmeleri bunu aklayamaz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.