Lütfü Şehsuvaroğlu

Lütfü Şehsuvaroğlu

Kürt Sorununa Devam... Sonra Tekrar Devam

Kürt Sorununa Devam... Sonra Tekrar Devam

SORUN ÇÖZME HASTALIĞININ STRATEJİDE KULLANILMASI:2

Dün bu köşede Kürt sorunun çözümünde iki CIA ajanı ve Türkiye-Ortadoğu uzmanı kişinin rollerine değinmiştim.
Henri Barkey ile David Phillips adındaki bu iki uzmanın Kürdistan’da Çatışmayı Önlemek başlığıyla kaleme aldıkları rapor dünyanın süper gücü ABD’nin Ortadoğu, Kürdistan, Irak ve Türkiye politikasına uygun bulunmuş ve Türkiye’ye dikte ettirilmişti.

Türkiye Kürt sorunun çözümüne soyundu böylece.

Büyük devletler çözemeyecekleri sorunların üzerinde durmazlar. Vakit harcamazlar. Enerjilerini boşuna tüketmezler. Çözebilecekleri sorunların üzerinde duran ülkeler akıllı insanlarca yönetiliyor demektir.

Bazı sorunların çözümü asırlar geçse de imkânsızdır. İmkânsız olan sorunun çözümüne kalkışmak beyhude çabadır. Beyhude çaba üzerinde ısrarla durmak maazallah dinden bile çıkarır…

Nedir çözülemeyecek sorunlar kısa vadede:

Kıbrıs sorunu…

Ermeni Sorunu…

Kürt sorunu…

Dikkat ederseniz AB ile ilgili müzakerelerde de ağzınızla kuş tutsanız bütün ekonomik uyum tedbirlerini alsanız karşınıza bu üç madde öyle ya da böyle çıkarılır.

Bürokraside olanlar bilirler…

Konu gıdalardaki şeker katkı oranları olsa bile birkaç madde sonunda karşınıza bu üç sorunla ilgili bir laf ebeliği çıkar mutlaka…

Dün 21 maddesini ele aldık. Bu maddelerin bazıları elbette ki uygulanabilir maddelerdir. Hatta yirmiye yakını…

Fakat asıl problem bu maddelerle ilgili değil.

Gerekçe bölümündeki girizgahtaki Türkiye’ye kabul ettirilmek istenen mağlubiyet psikolojisinin ve bazı önkabullerin yaratacağı manevi yıkım…

Zaten projenin mimarları da sorunun çözülemeyeceğini biliyorlar.

Şöyle diyorlar: Kürt sorunu iç savaş çıksa da çözülemez, bağımsızlık verilse de çözülemez. Fakat sorunun çözülemezliği bir yana yapılması gereken ilk iş sorunu devletin tanımasıdır. 

İşte asıl mesele buradadır. Devlet sorunu muhatap alacak ve terörle masaya oturacak.

Olan da budur maalesef…

İkincisi bir devlette iki milletin varlığını kabul ettirmek…

Bu olacak iş midir?

Bakınız yüz yıl önce bile –ki henüz Avrupa’da faşizm ve ırkçılık bile hortlamamıştı, yani dünya ırkçılık ve faşizme doğru sürüklenecek durumdaydı, bir dünya savaşından çıkılmıştı- Türkiye çok daha makul bir millet perspektifi çizdi. Osmanlı zamanında da aydınlarımız doğruyu yaptılar Osmanlılığı vatandaşlık bağı olarak yorumladılar;

Cumhuriyet zamanında da vatandaşlık bağı tarifi yine geçerli oldu. Fakat ne hazin ki bu sefer ki vatan biraz küçülmüştü. Ama asla Türk vatandaşlığı meselesi bir ırkçı muhteva taşımıyordu. Hatta Müslüman ahali bir millet idi.

Ne oldu da etnik milliyetçilik hortlatıldı? Ne oldu da Büyük Ortadoğu Projesine hem Türkiye hem de Kürt ayrılıkçılığı taşeron edildi?...

Beynimiz bu kadar mı çalışıyor?

Düşman kavi tali zebun diyen ecdadından bir idrak düzeyi de mi kalmadı?

Sonunda Barkey’in raporu Kürt açılımının yol haritası ilan edildi: 

Gerekçedeki iki tuzak ne yazık ki Türkiye aklına yutturulmuştu.

Türkiye sorunu tanımış, taraf olmuş, masaya oturmuş ve iki millet varlığı resmen veya gayri resmi yarım aydın ağızlarında pelesenk olmuştu.  

Eski yazıya devam edelim:

“BARKEY RAPORU KÜRT AÇILIMININ YOL HARİTASI MI?

Yukarıda numaralandırdığım bölümlerle ilgili değerlendirme yapmak yerine kimi olaylarla olan bağlarını anımsatmaya çalışacağım. Her bir madde çok önemli, ama özellikle 1’inci madde Kürt açılımıyla ilgili gelişmelerin özeti değil mi?

Sonra 2 ve 3’üncü maddeleri Türkiye’nin geçtiğimiz Mart ayında Erbil’de konsolosluk açmasıyla birlikte düşündüğünüz de ne görüyorsunuz? Yedinci maddeyi okuduğunuz da ise ABD’nin Irak’taki askeri varlığının sonuçlanmasının ardından Türkiye’ye vermek istediği koruyuculuk rolünü anımsayacaksınız. Kürt açılımının aslında PKK ve Öcalan açılımı olup olmadığına da 9, 10, 11, 12, 13, 14 ve 15’inci maddeleri bir kez daha okuyarak karar vereceksiniz. Bu arada, 12’inci maddede önerilenlerin, Kandil ve Mahmur’dan Habur’a gelenlerle ilgili sahneler ve gelişmelerle bir bağlantısını kurmaya çalışın. Ergenekon adı verilen davaya dâhil edilenleri 6’ıncı maddenin ışığında düşünün. Son olarak ise 21’inci maddeye dikkatinizi çekeyim. Burada, “Büyük Kürdistan” nihai hedefinden söz ediliyor olabilir mi diye düşünmeden edemeyeceksiniz. 

Yakında sizlerle paylaşacağım bir başka rapor ise Kürt açılımının ne olduğunun daha iyi anlaşılması bakımından büyük yarar sağlayacaktır.

Henri Barkey, Hürriyet’ten Tolga Tanış’a konuştu.

İşte Tolga Tanış’ın kaleminden “Amerika İmralı’nın neresinde?” başlıklı o yazı:

“Tane tane… Sansasyondan uzak… Ama saf da düşünmeyerek sorularla ele almaya çalışacağım…

ABD bu işten memnun mu?

- Memnun. Bunu da her düzeyde söylüyor. Niye? Henri Barkey ile konuşuyoruz. “Amerika’nın Türkiye’ye yaptığı yardımlara rağmen Türkler ABD’ye Kürt meselesinde hiçbir zaman güvenmedi. Irak Savaşı’nı bile Kürt devletinin kurulması için çıkardığımızı düşündüler. Bunun çözümü, ikili ilişkilerin de rahatlamasını sağlayacak” dedi. Bölge istikrarı için Amerika’nın güçlü bir Türkiye istemesini... PKK’nın uyuşturucudaki rolünü ekleyin… Her açıdan memnunlar.

Ön ayak oldu mu?

- Barkey 1999’da Apo CIA tarafından Türkiye’ye teslim edildiğinde Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda politika planlaması yapıyordu. “Siz mi planladınız o teslimatı” dedim. “O işi ben olunca öğrendim. Çok az kişi biliyordu” dedi.

“Sadece istihbarat mı” dedim. “İstihbaratın da hepsi değil. Dışişleri Bakanı, Beyaz Saray’da birkaç kişi... Hepsi o” dedi. Resmi olarak bir şey açıklanmadığına göre biz de şimdilik kesin olarak bilemeyiz. Ama Yönetim’de pozisyon üstlenen isimlerden gidersek… Yine eski bir diplomatla konuşuyoruz. “Bugün Amerikan Yönetimi’nin en büyük sorunu, içeride Türkiye konusunda söz sahibi kimse yok” dedi. Şimdi Beyaz Saray Ortadoğu Masası’nın başına geçen Phil Gordon’ı söyledim. Burun kıvırdı. “Ben onun da ne özelliği olduğunu anlamadım” dedi. Bir ekip var Washington’da. Barkey de dahil. Yönetimi Türkiye konusunda çok acemi buluyorlar. Ama ortada görünen figürler dışında işin bir de kimsenin asla vakıf olamadığı bir istihbarat kısmı var ki… 1999’daki operasyon en canlı sonuçlarıyla orada duruyorken, işin o kısmını hep es geçiyorlar…

Peki açıkça dahil olmak istiyor mu?

- İstemez mi! Kaç kere bunun mesajı Türkiye’ye gitti. “Biz de yardım edelim” dediler. Niye? Çünkü birincisi… Başarı şansının yüksek olduğuna inanıyorlar. Obama’yı aldığı Barış Nobeli’ni hak etsin diye de o fotoğrafa sokmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Netanyahu ve Erdoğan arasındaki telefon konuşmasını bile nasıl pazarladıklarını gördünüz mü? “Biz başardık” mesajlarını... İçinde Obama’nın da olduğu böyle bir barış, Amerika’ın dünyadaki imajına çok güçlü katkı sağlar. İkincisi de elbette olayların içinde yer almak istiyorlar. Ne olup ne bittiğini bilmek için. Eğer dahil olurlarsa da işin birkaç boyutu var. 1993’te Özal ve Talabani’nin denediği ateşkeste Amerika’nın rolü eğer barış sağlanırsa örgütün üst yönetimine sığınma verecek ülke bulmak olacaktı. Burada da aynısı olabilir. Onun ötesinde akil adam önerisinden kurulacak hakikat komisyonlarına adli tıp desteğine birçok yol var. Ancak Barkey’nin iddiası daha çarpıcı. “İş silahsızlanma aşamasına gelince, artık 3-4 yıl mı sürer bilmem, PKK’lılar silahlarını ne Türkiye’ye ne peşmergeye verecek. Sembolik olarak Amerikalılara vermeye çalışacak” dedi. “Neden” dedim.

“Savaştığın kimseye değil, silahını dünyanın süper gücüne veriyorsun. İzzetinefis meselesi” dedi. “Niye AB değil de ABD” dedim. “Çünkü AB kükrese bile ciddiye alınmıyor. Ayrıca unutmamak lazım. PKK şimdiye kadar hiçbir Amerikalı’ya zarar vermedi. Hep Amerika’ya bir mesaj vermeye çalıştı” dedi.

Amerika’nın resmen dahli süreci nasıl etkiler?

Şartları olur. Örneğin 1999’da Apo’yu asılmaması şartıyla vermişlerdi. “Ne oldu 1999’da. Niye çözüme yönelik adımlar tıkandı” dedim Barkey’ye. “Sonra bizde seçim oldu. Cumhuriyetçiler geldi. 11 Eylül oldu. Irak Savaşı oldu. Amerika o dönem çözümü teşvik edecek politikasını takip ettiremedi. Ama Al Gore seçilseydi de Türkiye 2007’ye kadar buna hazır değildi” dedi. “Cumhurbaşkanlığı seçimi mi” dedim. “Askerlerin yenilgisi” dedi. “Hükümetin Kuzey Irak’a açılım yapmak istediğini ama onu askerlerin önlediğini biliyoruz. Abdullah Gül Dışişleri Bakanı’ydı. Neçirvan Barzani ile görüşecekti, İstanbul’da. Yaşar Büyükanıt o zaman Genelkurmay Başkanı olarak Washington’a gelmişti, gazetecilere bağırdı, ‘Eli kanlı insanlarla görüşmeyiz’ dedi, geziyi durdurdu. Artık bu faktör kalmadı” dedi. Başa dönersek. Amerika İmralı’nın neresinde?.. Dediğim gibi devlet arşivlerinin açıklanma zamanı gelinceye kadar kimse bilemez. Ama süreyi 2007’den mi 2013’ten mi başlatmak lazım, onun kararını siz verin.”

“2007 aslında Kürt Meselesinin aldığı nihai çözüm sürecinde bir dönüm noktası. Bazılarının iddia ettiği gibi 2001 yılında kesintisiz bir olmak üzere başlamıyor. 2007 yılından evvel taraflar hazır değildi iddiası da doğru aslında. Ne ABD, ne de Türkiye 2007’den sonra meydana gelenleri yürütebilecek yapıda değillerdi.” 

Ve sonraki gelişmeleri biliyorsunuz…

Ben daha 2000’li yılların başında yazdım Kürt Sorununu…

Abartılı bir başlık kullandım ama Kürt milliyetini kutsayan bir yaklaşım çizdim, onları asıllarına uygun bir milli şuur uyanıklığına davet ettim. Kürtler Nasıl Türk Olur- Kürt Sorununa Türk Tarih Felsefesi Açısından Bir Yaklaşım kitabımda global statükonun bölgede yapmak istediklerini keşfederek millî bir karşı plan hazırladım.
Devlet yetkililerine de verdim. Ama adımız Davit Phillips ya da Henri Barkey olmadığı için dikkate almadılar demek ki…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Lütfü Şehsuvaroğlu Arşivi