Müslüman Kalmak Sorunu
İslam, Kur’an, sünnet ve ictihattan oluşan sosyal yapısıyla kendi coğrafyasında kendine özgü bir medeniyet kurmuştur. Bize göre, İslam, insan ve toprak birbirini tamamlayan bir üçlüdür. Burada oluşacak her kopma ve ayrışma, sonuçta bu sosyal zeminde bir kırılma ve deprem oluşturarak insan için çok büyük felaketlere sebep olacaktır.
Barbar Batı, tarihinde ilk defa tabiî ilimlere dayalı teknik güçle maddî bir medeniyet kurmuş, ancak bu maddî gücünü zulüm ve sömürü aracı yaparak dünyayı kan ve gözyaşına boğmuştur. Bu arada gerileyen İslam Dünyasını da işgal ederek İslam medeniyetinin bütün kurumlarını yıkmıştır. Geri çekildiğinde bile, enkazın üstüne kendi kafasından insanları koyarak sömürüsüne devam etmiştir. İşte biz “büyük kırılma” derken bunu kastediyoruz.
Evet, biz böyle büyük bir kırılma ve sosyal depremi Osmanlıdan Cumhuriyete geçiş sürecinde yaşadık. Koca İslam devlet ve medeniyeti bütün kurumları ile gümbür gümbür yıkıldı. Bu yıkımda Batılılar, kendileri kadar yerli işbirlikçilerini yani “Batıcıları” da kullanmışlardır. Geri çekilirken de onları devlete sahip kılmışlar, sistemi ellerine teslim etmişlerdir.
Şimdi bize düşen, bu sistem ve sahibi Batıcılarla yaka paça bir hesaplaşmadır, bir cihattır. Günlük magazin veya olaylardan çok, Kur’an ve sünnetten aldığı ilim ve ışıkla Batıcıları besleyen düşüncelerle kavgayı anlatır.
Bir gün mutlaka yeniden kuracağımız kendi devlet ve medeniyetimizin mütevazı bir yolcusu için azığımız ilim ve ibadettir. Teşkilatımız birlik ve kardeşliktir. Davamız, hedefimiz İslam’ın tüm inanç ve ideolojilere hakimiyetidir.
Davamızın ilk muhatabı kendimiz, sonra kardeşlerimiz, sonra bütün insanlıktır. Müslüman kardeşlerimize bildikleri bir gerçeği bir kere daha hatırlatırız: Müslüman olmak ailemizden gelen bir nimetse, Müslüman kalmak ve öyle can vermek, bizim uhdemize ve çabamıza kalmıştır. Eğer bu bizim için önemliyse, içinde yaşadığımız hayat tarzını, yürürlükteki sistemi, kullandığımız kavramları, kısacası bütün düşünce ve inançlarımızı, söylemlerimizi ve eylemlerimizi yeniden gözden geçirip değerlendirmemiz gerekir
Çünkü bu çağda İslam karşıtlarının pazarlık gücü kuvvetli, elleri sağlam, teklifleri çok cazip ve kurnazcadır. İslam’ı yok etmek için, Müslümanlara “kâfir olma” yerine, “din dışı bir hayat yaşamayı” teklif etmişler, daha doğrusu dayatmışlardır.
Bu dayatmanın araçları ise arka planda cebir ve şiddet, ön planda yaldızlı kavramlardır. Ancak asıl vurucu kavram ise “laikliktir”. Amaç, Müslümana, Müslümanca bir hayat yerine, dini önemsemeyen, hatta öteleyen, yok sayan, din dışı bir hayat yaşatmaktır. Yani Allah’ı hesaba katmadan, Allah’tan bağımsız, keyfince ve özgürce dilediği gibi yaşamak! Çağ, “insanın özgürlüğünden” bunu anlamaktadır.
İşte “İslam/Şeriat”, bu amacı boşa çıkaran, karşıtlarının keyfine limon sıkan muazzam ve muhteşem bir kelimedir. Bu yüzden dünyanın bütün inkârcıları ona çullanmış, lakin bir türlü “Müslümanlara kişilik andırarak özgürleştiren” bu kelimeyi yok edememişlerdir. Neden mi?
Hemen söyleyelim: Gerçek sahibi aziz, hakim ve müntakim olan Allah Teâlâ’dır da ondan.
Öyleyse hem kendimiz, hem de bütün Müslümanlar, öncelikle “Müslüman olmamızdan çok Müslüman kalmamızın önemini” kavramalıyız. Davet, irşad, tebliğ ve cihad bundan sonradır.
Biz de ömrümüz oldukça bunu daha iyi öğrenmek ve yaşamak, sonra da yazılı veya sözlü anlatmak için çabalayacağız. Bu ülkede cihad, şimdi bu şekildedir diye düşünüyoruz. Yarın bu şekil nasıl bir biçim alır, onu Allah bilir. O günlere çıkarsak bildiklerimizi yine yazmaya ve anlatmaya çabalar, paylaşırız inşallah.